GİF olarak, İnternet Sitesi’nin sağlanması ve bilgi toplumu hizmetlerinin sunulması için zorunlu çerezler kullanmaktayız. GİF tarafından kullanılan çerezlerin türü ve kullanım amaçlarına ilişkin detaylı bilgiler için Çerez Aydınlatma Metni’ni inceleyebilirsiniz.
X

Düşündürenler

 

Teknoloji, Demokrasi ve Haklar - GİF Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Sayın Memduh Karakullukçuʼnun 4. Asya Küresel Yönetişim Forumuʼnda Yaptığı Konuşma

 

28 Ekim 2014 tarihinde GİF Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Sayın Memduh Karakullukçu, Observer Research Fondation ve Zeit-Stiftung’un düzenlediği 4. Asya Küresel Yönetişim Forumu’nda, “Teknoloji, Demokrasi ve Haklar” başlıklı bir konuşma yapmıştır. Konuşmanın düzenlenmiş dökümü aşağıdaki gibidir:

Günaydın,


İnsanın alışkanlıkları ve görüşlerine kafa tutan, meydan okuyan ve umuyorum ki ufkunu genişleten bir şehir olan Delhi’de bulunmak büyük bir zevk. Ve aynı şekilde, ORF’te bulunmak da. ORF hızla hem bir kurumsal ortak, hem de dostlardan oluşan bir kurum haline geliyor. Ve elbette kendini işine adamış ve başarılı profesyonellerden oluşan böyle bir grupla birlikte Asya Küresel Yönetişim Forumu’nda olmak benzersiz bir imkan. Bu olağanüstü etkinlik için ORF’i ve Zeit-Stiftung’u tebrik ediyorum.


Şimdi, konumuza dönmek istiyorum.


İlk olarak, bu önemli konuya nasıl yaklaşacağımdan bahsetmek isterim.


Günlük hayatta işimi yaparken, elbette küresel yönetişim gündeminin bin bir türlü boyutu ile ilgili dünyada gerçekleşen birçok tartışmaya katılıyorum. Hepsi olmasa da, bu etkinliklerde duyduğum küresel alandaki çoğu fikirlerin, çözümlemelerin ve önerilerinaltında yatan gizli bir zihniyetolduğunu düşünüyorum.


“Küresel” kavramı ulusların toplanmasıyla aşağıdan yukarı inşa ediliyor. Bunun sonucunda, ulus devletlerin fay hatları, alışkanlıkları ve kısıtlamaları küresel yönetişimin zihinsel inşasına en baştan dahil oluyor. Küreseli düşünmeden önce, Çin’i, ABD’yi, Hindistan’ı, AB’yi düşünüyoruz.


Bu daha en baştan küresel yönetişim tartışmalarını bozup yanlı hale getiriyor. Uluslar arasındaki gerilim ve anlaşmazlıklara kapılmak o kadar kolay ki, fiili anlamda var olan küresel sorunun gerçek doğasına inmeye vakit kalmaması riskiyle karşı karşıya kalıyorsunuz.


Elbette, dünyanın ulus devletler tarafından yönetildiğinin ve bununla ilişkin tüm karmaşık konularla ilgilenmek zorunda olduğumuzun farkındayım. Fakat, entelektüel tahayyülün bu olağan gözlemlerle sınırlandırılmaması gerektiğini düşünüyorum.


Düşünce sürecimizi tersine çevirmenin ve tek bir yerküre olduğunu varsaymaya çalışmanın ilk etapta sorunu anlamamız için faydalı olacağını düşünüyorum. Sorunu en yalın haliyle anladıktan sonra ulusal farklılıklardan doğan kusurlar ya da sapmalarla ilgili düşünmeye başlayabiliriz. Dolayısıyla ilk olarak mahremiyet konusunu genel bir sorun olarak, ABD, Çin ya da Hindistan özelinden soyutlayarak tartışacağım; sonrasında küresel yönetişimde karşı karşıya kaldığımız uluslararası sorunlara değineceğim.


Son olarak, bu panel için bize verilen konu olan “Teknoloji, Demokrasi ve Haklar” provoke edici ve cezbedici şekilde geniş. Konuyu ilk öğrendiğimde, transhümanizm, robotlar ve nörobilim ve bunların insan hakları üzerindeki potansiyel etkisi hakkında konuşmaya hazırlanıyordum. Fakat, organizatörlerimiz doğru bir şekilde konuyu daraltmaya karar verdiler ve birkaç hafta önce bana üç soru gönderdiler. Dolayısıyla, şu an az çok konuyu oturtmuş durumdayım ve teknoloji, mahremiyet ve demokrasi konularına odaklanacağım.


Fakat, belirtmeliyim ki önümüzde, bizim hayat süremizde demokrasi ve hakları etkileyecek, teknolojiyle alakalı çok ilginç ve çok gerçek konular var. Lütfen zaman ufkunuzu geniş tutun ve hayal gücünüz olabildiğince teknolojiyle güdümlü olsun. Teknoloji, demokrasi ve haklar açısından bizi bekleyen dünya, Snowden’in açıklamaları ya da Busan’daki ITU toplantısından çok daha zengin ve ilgi çekici.


Şimdi mahremiyet ve teknoloji konusuna dönmek istiyorum.


Mahremiyet için öne sürülen motivasyon ve gerekçelere baktığımızda onları kategorik ve araçsal nedenler olarak sınıflandırabiliyoruz. Bu ayrım önemli, çünkü mahremiyetin kategorik bir hak olduğunu düşünürseniz, bu koşullu olmayacaktır ve onu toplumun her türlü çıkarına karşı savunmanız gerekecektir.


Öte yandan, eğer bunun önemli bir hak olduğunu, çünkü belirli toplumsal ya da bireysel faydaları teşvik ettiğini düşünürseniz, toplumsal tavizlere açık hale gelecektir. Bu durumda mahremiyet haklarını güvenliğin karşısında, ifade özgürlüğünün karşısında ya da mülkiyet hakları karşısında dengelemeniz gerekecektir. Ve ne zaman ki diğer haklarla dengelenmeye açık hale gelir, o zaman mahremiyet hakları toplumlara ve zamana göre değişkenlik gösterir.


Dolayısıyla, teknolojinin mahremiyet üzerinde dünyanın herhangi bir yerindeki etkisi hakkında konuşmadan ve değerlendirme yapmadan önce, onun yaşam hakkı gibi kategorik bir hak mı yoksa ödün verilmeye açık bir hak mı olduğuna karar vermelisiniz. Bunun sabit bir hak olduğunu öne sürenler, bu hakkı bireyin otonomisi, özgürlüğü ve biricikliğinin ayrılmaz bir parçası olarak kabul eder. Bu sizi birey yapan şeydir ve pazarlığa açık değildir. Bu düşünce ile ilgili bazı çekincelerim olsa da konuya girmek için yeterli zamanım yok.


Mahremiyete araçsal bir hak olarak yaklaşırsak, bunun için öne sürülen birçok gerekçeyle karşılaşırsınız. Mahremiyet bireyin gelişimi ve yaratıcılığı için hayati önemdedir, dolayısıyla toplumsal ve ekonomik canlılık için vazgeçilmezdir. Demokrasi için çok önemli olan düzeni sorgulama ve muhalif duruş için gereklidir. Önemlidir, zira devletin birey karşısındaki asimetrik gücünü dengelemenin bir yoludur. Devlet sizin hakkınızda kanun dışı yollarla bilgi topladığında, bu bilgiyi kötüye kullanabilir, otoritesinin sınırını aşabilir ya da hata sonucu zarara sebebiyet verebilir. Mahremiyet bu riskleri kaynağında yok eder. Başka bir düzlemde, mahremiyet bireyin başka bireylerle daha yakınilişkiler kurabilmesi için gereklidir, dolayısıyla sosyal uyum ve bireysel tatmine hizmet eder.


Mahremiyet haklarını destekleyen bu liste daha da uzayabilir. Önemli olan, hangi gerekçe hoşunuza giderse gitsin, mahremiyetin toplumsal bir hedefe hizmet ettiği için önemli olduğunu düşünüyorsanız, onu diğer önemli toplumsal önceliklerle kıyaslamaya hazır olmanızdır.


Bu sebeple, bu yola girdiğiniz anda, mahremiyet koşullu bir hak haline gelir, ve bu haktan ne ölçüde ödün verileceği zamana göre ve her bir toplum tarafından belirlenecektir. Örneğin, bizim bugün açık ve bariz bir biçimde mahrem olarak algıladığımız şeyler – bedensel işlevlerimiz, evlerimiz ve ailelerimiz gibi – yalnızca birkaç yüzyıl önce bu şekilde algılanmıyordu. Ya da mektupların mahrem hale getirilmesi toplumsal olarak inşa edilmiş bir mahremiyet hakkıdır; çok da uzun olmayan bir süre önce, mektubunuzun mahremiyet talebinizden doğan yasal korumadan faydalanamadığı bir zaman vardı. Yani mahremiyet kaideleri değişir ve evrilir.


Mahremiyetle ilgili bir diğer zorluk ise, yalnızca hükümetin eylemlerine bağlı olmamasıdır. Mahremiyetiniz şahıslar ya da şirketler tarafından da tehdit edilebilir. Karalama, ahlak ve benzeri konularla ilgili standartlar her bir toplum tarafından belirlenmek zorundadır. Bu kolay bir süreç değildir ve bu denge de zamanla değişir. Avrupa’da bir vatandaşın özel bir şirket tarafından online ortamda küçük düşürülmemesi ifade özgürlüğünden daha önemli görülebilir ve bunun sonucu olarak, unutulma hakkı yakın geçmişte tanınmıştır. ABD’de ise bu dengeleme böylesi bir hakkı meşrulaştırmaz.


Yani, mahremiyet haklarının toplumlar arasındaki değişkenliği geçerli temellere dayanmaktadır. Bu değişkenlik kapasitesi göz önüne alındığında, mahremiyet haklarının evriminin mekanizmaları nelerdir? Nasıl değişirler?


Burada birçok dinamik söz konusudur. Elbette ki, teknoloji önemli olanlarından birisidir. Elektronik olarak birbirine bağlı insanların, yaygın kamera gözetiminin ve GPS araçlarının dünyasında yaşıyoruz. Nesnelerin interneti, radyo frekanslı tanıma (RFID)’nın daha yaygın kullanımı ve benzeri şeyler de ufukta görnüyor. Bu değişim, her bir toplumu var olan mahremiyet kaidelerini fiziksel dünyadan sanal dünyaya aktarmaya zorluyor. Ve bazı durumlarda, bu aktarma, hakkın zayıflamasına ya da güçlenmesine yol açıyor. Teknoloji, her dönemeçte, bu hakka yönelik ödün ve kazanım yeniden düzenlenmesini gerektiriyor.


Normalde, evrimleşen toplumsal uzlaşı politik bir süreçtir. Ve uygun olduğunda, hukuki yorum da devreye girer. Elbette, eğer bağlam otoriter bir rejimse, geniş toplumsal uzlaşı gerçekleşmeyecek ve bu uzlaşıyı hükümet tek taraflı olarak uygun gördüğü şekilde yapacaktır. Bu durumlarda, mahremiyet haklarının ihlali otoriterlikten türemiş ikinci dereceden bir sorundur.


Öte yandan, demokratik sistemlerde de, mahremiyet haklarının yavaş ve uzun vadeli olarak erimesi riski vardır ki bu politik bir tepki uyandırmayı başaramaz. Örneğin, ABD’de, GPS gibi bir teknoloji vatandaşlar tarafından yaygın bir biçimde kullanıldığında, hükümet tarafından kullanımının yasaklanması zorlaşır. Dolayısıyla, teknolojik gözetim yavaş yavaş artar. Yavaş değişimleri kabullenme ve düzgün bir tartışma olmadan mahremiyetten ödün verme, gerçek bir risktir. Demokrasilerin dahi, bu yavaş fakat güçlü dinamiğe karşı kendilerini savunmaları gerekir.


Şimdi, burada bir nefes almama müsaade edin. Şu ana kadar söylediklerimin hiçbiri küreselleşme veya küresel dinamiklerle ilgili değildi. Bahsettiğim konuların hepsi ulusal sınırların olmadığı tek bir küresel toplum olmamız durumunda konuyla alakalı olacaktı. Mahremiyet-teknoloji meseleleri oldukça zordur ve her toplumda siyasi mücadele ve tartışmayı gerektirir.


Küresel koordinasyon ve yönetişimin zorluklarını suçlayıp sorumluluğu üzerimizden atmadan önce , bu sorunun içsel dinamiklerini ve gerilimlerini belirlemenin önemli olduğunu düşünüyorum.


Öyleyse, teknoloji-mahremiyet dinamiğini küresel bağlama yerleştirirsem ne olur?


Bunu sistematik olarak cevaplamama izin verin. Bir ülkenin kendi vatandaşlarının mahremiyetini ihlali ve bir ülkenin başka bir ülkenin vatandaşlarının özel verilerini ihlalinden bahsedebiliriz. Bu ayrımın ilk eksenidir. Sonrasında, hükümetler tarafından gerçekleştirilen ve şirketlerin gerçekleştirdikleri mahremiyet ihlallerini ayırabiliriz. Bu da üzerinde düşünmemiz gereken diğer eksendir.


Bu ikiye iki çerçeve içerisindeki küresel yönetişim zorlukları nelerdir?


İlk olarak, bir ülkenin kendi içindeki mahremiyet hakkına dair taviz-kazanım dengesi üzerine düşünelim; bu hükümetten vatandaşa ya da şirketten vatandaşa yönelik olabilir. Bu küresel yönetişimi ilgilendiren bir konu mudur? Bir ülkenin kendi mahremiyet düzenini teknolojideki yeni gelişmelerin ışığında belirlemesiyle ilgilenmeli miyiz?


Daha önce belirttiğim üzere, bu değiş tokuş doğası gereği değişkendir ve her bir toplumda politik / hukuki süreçlerle belirlenebilir. Bir başka toplumun mahremiyet dengesiyle ilgili hepimiz dünya görüşümüze bağlı olarak farklı fikir sahibi olabiliriz, fakat bu küresel yönetişimi ilgilendiren bir konu değildir.


Diğer yandan, toplumsal uzlaşının arkasındaki siyasi sürecin çalışmadığına inanıyorsak, bu farklı bir meseledir. Bu bir uzlaşıdan çok, otoriter bir rejimin kendi iradesini zorla empoze etmesiyse, eleştirilerimiz farklı ve daha güçlü olabilir. Ve ulusal bir hükümet, başka bir ülkedeki mahremiyet gibi toplumsal değiş tokuş meselelerinin belirlenmesinde o ülkenin egemenliğine el uzatmadan demokratik değerleri teşvik edebilir. Bu ulusal hükümet ya da vatandaşları, demokratik süreci ilerletmek adına diğer ülkedeki vatandaşları destekleyerek açık ve şeffaf eylemlerde bulunabilirler. Ve teknoloji bu destekte önemli bir araçtır; kamusal tartışmayı genişletebilir, şeffaflık ve hesap verebilirliğe yardımcı olabilir, vatandaşları harekete geçirmeye destek olabilir. Geleceğe bakarak, internet filtreleme teknolojilerini otoriter rejimlerin kullanımına kapatmak ya da vatandaşlara kolay/ucuz uydu erişimi sağlamak gibi yolların demokratik devletlerin, başka devletlerin vatandaşlarını açık politik süreçler talep etme doğrultusunda güçlendirmelerinin yollarıdır diyebiliriz.


Bu egemenliğin ihlali ya da aşınması mıdır? Bazıları öyle olduğunu düşünüyor. Kapalı değil, şeffaf vasıtalarla başka bir ülkedeki demokratik süreçlerin savunuculuğunu yapmak ya da teşvik etmenin kimsenin egemenliğini ihlal etmek anlamına gelmediğini düşünüyorum. Ve teknoloji artan şekilde böylesi bir desteğin önemli bir unsuru haline gelecek, yani çekişmeli bir alan olacak ve bu tartışmaların nasıl evrileceğini dikkatle izlememiz gerekiyor.


Şimdi matriksimizdeki diğer kutulara değineceğim. Bir devletin kendi vatandaşlarının mahremiyet ihlalini küresel bir yönetişim problemi olarak ele aldım. Daha karmaşık olan sorun ise bir devletin diğer bir devletin vatandaşlarına yönelik ihlal içeren eylemleri ya da gözetimiyle nasıl baş edeceğidir.


Bu tür bir ihlal güvenlik ya da ekonomi çıkarlarıyla güdümlü olabilir. Savunmaya ya da saldırıya yönelik olabilir. Başka bir ülkedeki veriler ve mahremiyete yönelik hükümet merkezli ihlaller sibersavunma, sibersuç ve sibercasusluk altında tartışılabilir. Bir ülkedeki anayasal haklar ve korunma genelde başka ülkelerin vatandaşları için geçerli olmadığından, ulusal hükümetler başka ülkelerin vatandaşları ya da şirketlerine yönelik casusluk yapmaktan çekinmiyorlar.


Dolayısıyla mahremiyet ve sınırlar ötesinde verilerin korunması zarar görüyor, çünkü dünya ulus devletlere bölünmüş durumda. Bu ilgilenmemiz gereken katıksız bir küresel yönetişim zorluğudur. Önemli midir ve bunun hakkında ne yapabiliriz?


Eğer mahremiyetin kategorik bir hak olduğuna inanıyorsanız, bu kesinlikle önemlidir ve tanımlanmış ve savunulan bir küresel mahremiyet hakkına ihtiyacımız olacaktır. Bu yakın zamanda ne yazık ki mümkün görünmüyor.


Fakat bunun araçsal bir hak olduğuna inanıyorsanız, o zaman başka bir ülke sizin verinizi ihlal ettiğinde muhalif olma, yaratıcılık, yakın ilişki ve kişisel gelişim gibi yukarıda bahsettiğim mahremiyet gerekçelerinden hangisinin zarar gördüğü üzerine dikkatli bir biçimde düşünmemiz gerekir. Bulacağımız küresel yönetişim çözümü belirlediğimiz mahremiyet zararıyla alakalı ve ona orantılı olmalıdır.


Şimdilik, sınırlar ötesi mahremiyet veya veri ihlalleri bireysel zarar seviyesinde değil, devlet seviyesinde tehditler olarak algılanıyor ve değerlendiriliyor. Tartışma ulusal güvenlik ve ulusal ekonomik çıkarlarla ilgili olduğundan, çareler devletlerarası ilişki ve görüşmelerde aranıyor. Söylem, küresel vatandaşın mahremiyet hakları üzerine değil, ulusal çıkarlar üzerine. Bu ayrımı açıkça yapmanın önemli olduğuna inanıyorum.


Ve devletlerarası ilişkilerde, veri korunmasının şansı en hafif tabirle düşüktür. Yüksek düzey yetkililerle konuştuğunuzda, hiçkimsenin gerçekçi bir biçimde casusluğu bırakmayı düşünmediğini görürsünüz. ABD ekonomik casusluğu ayırma ve engellemekten bahsetse de, bu alandaki geçmiş deneyim çok güven vermiyor. İç güvenlik endişeleri ya da genel olarak güvenlik konusu dinecekmiş gibi görünmüyor, bu da gösteriyor ki ülkeler başka ülkelerin vatandaşlarını gözetlemeyi teşvik etmeye muhtemelen devam edecekler.


İlerleme ve küresel koordinasyonu sağlayabileceğimiz tek alan ise sibersuçlar. Ülkelerin hepsi bu konuda mağdur olduklarından dolayı bir anlaşmaya varabilirler. Budapeşte Sözleşmesi böylesi bir anlaşma, ama hala Rusya ve Çin tarafından imzalanmamış durumda. Öte yandan, riskli alıcılara çift kullanımlı siber teknoloji satmamayla ilgili bir görüş birliğine varma konusunda bazı olumlu sinyaller var.


Yani, sınırlar ötesi veri mahremiyeti riskleriyle savaşmaya dair gerekçeler ağırlıklı olarak kişisel güvenlik meselelerinden değil, ulusal güvenlik endişelerinden kaynaklanıyor. Bunların muhtemel çözümleri uluslararası anlaşmalar ve bunlar da gerçekleşecek gibi gözükmüyorlar.


Elbette, sınırlar arası bireysel mahremiyetin lehine işleyebilecek bir diğer muhtemel dinamik ise ülkelerin, vatandaşı olmayanları ekonomik fayda elde etmenin yanı sıra, yumuşak güçlerini artırmak için kendilerine çekme istekleri olabilir. Eğer bir ülkenin, vatandaşı olmayan birinin kişisel verisini ya da IP’sini bir ekonomik işlem sırasında ve hatta ülke ziyaret edildiğinde çaldığına dair küresel bir algı olursa, bu ülkede iş yapma isteği azalacaktır. Benzer şekilde, mahremiyet ihlalcisi gibi algılanmak o ülkenin imajına ya da yumuşak gücüne pek fayda sağlamayacaktır.


Uzun vadede, bunun sınır ötesi mahremiyet ihlallerini azaltabilecek en güvenilir mekanizma olması olasıdır. Uzun vadede, küreselleşmenin kendisi, küresel vatandaşların çıkarlarının ulus devletlerin kusurlarının üstesinden gelmesini sağlayacaktır.


Matriksteki son kutu bir ülkenin Google veya Facebook gibi özel aktörlerinin başka bir ülkede yaptığı ihlallerdir. Şu anda, geniş ulus devletler, kendi ülkelerinin mahremiyet kaidelerine uyma konusunda tüzel oyuncuları zorlayacak yeterli baskı gücüne ve kabiliyete sahipler. Bu güç dengesinin ileride değişip değişmeyeceği ise spekülasyona açık.


Bu da beni çözümlememin sonuna getiriyor.


Bitirmeden yeniden belirtmeliyim ki, küresel yönetişim meseleleri genelde temel meselelerin fiili karmaşıklıklarıyla iç içeler ve onları ayrıştırmakta fayda var. Teknoloji – mahremiyet - demokrasinin bağlantı noktası bu karmaşık meselelerden biri.


Gerçekçi konuşursak, şu anda, mahremiyet ve verilerin korunmasına dair küresel yönetişim tartışmaları, öncelikli olarak vatandaşların mahremiyet menfaatleri değil, ulusal güvenlik ve ekonomik çıkarlar üzerine. Başka bir ülkedeki teknoloji - mahremiyet konularının gündemin merkezine geldiği durumlar ise çoğunlukla bu ülkelerdeki demokratik süreçleri güçlendirmekle alakalıdır.


Bütün bu ulusal tartışma ve mücadelelerin ortasında küresel vatandaşın mahremiyet hakkına dair temel mesele kayboluyor. Derinleşen küreselleşmenin uzun vadeli dinamikleri, ulus devletlerin çıkarlarını benzeştirmek bu temel küresel haktan konuşmaya başlamak yolunda en iyi şansımız.


Bu gerçekleşene dek, parçalanmış bir küresellik ve onun çeşitli kusurlarının dünyasında yaşayacağız. Bunun için en basit haliyle, sabırla ve kararlılıkla, karşılıklı küresel bağlılıkları adım adım oluşturmamız gerekiyor. Bu sebeple, önlerinde uzun bir zaman ufku ve kariyerler olan bir grup gence konuşma yapmak güzel.


Beni davet ettiğiniz ve sabrınız için teşekkür ederim.

X