GİF olarak, İnternet Sitesi’nin sağlanması ve bilgi toplumu hizmetlerinin sunulması için zorunlu çerezler kullanmaktayız. GİF tarafından kullanılan çerezlerin türü ve kullanım amaçlarına ilişkin detaylı bilgiler için Çerez Aydınlatma Metni’ni inceleyebilirsiniz.
X

Düşündürenler

 

Eşitsizlik Sorunu - Uri Dadush ve Kemal Derviş

Yüksek eşitsizlik oranları, özellikle eşitsizliğin son 30 yılda ciddi bir artış gösterdiği ABD başta olmak üzere, tüm dünyada yoğun bir tartışma konusu haline geldi. Gelişmiş ülkelerin çoğunda ve gelişmekte olan pek çok ülkede gözlenen bu eşitsizlik artışı, son 30 yılda küresel ekonomiyi etkileyen diğer büyük değişimler de göz önünde bulundurularak analiz edilmelidir. Bu değişimlerin arasında özellikle bilgi teknolojisinde etkili olan önemli teknolojik gelişmeler, gelişmekte olan pek çok ülkede büyümeyi hızlandıran küreselleşme ve devletin değişen rolü bulunmaktadır.  

 

Eşitsizlik bir seviyeye kadar, piyasa ekonomisinin doğal bir sonucu ve onu harekete geçiren ekonomik teşviklerin bir yansımasıdır. Örneğin, Harvard ekonomisti Simon Kuznetsʼin iddia ettiği gibi, kalkınmanın ilk dönemlerinde, şehirdeki yüksek maaşlardan etkilenen işçiler kırsal kesimi terk ettiğinde, eşitsizliğin de arttığı görülür. Ancak piyasa ekonomisinin verimli çalışmasının mutlaka yüksek seviyede eşitsizlik gerektireceği yönündeki görüşün ampirik temeli zayıftır. İskandinav ülkelerinde olduğu gibi gelirin oldukça eşit bir biçimde dağıtıldığı iyi işleyen piyasa ekonomileri mevcuttur. Ayrıca, yakın zamanda Uluslararası Para Fonu (IMF) tarafından yapılan ampirik çalışmanın da işaret ettiği gibi, eşitsizliğin aşırı seviyede olmadığı, ölçülü olduğu yerlerde büyüme daha sürdürülebilir görünmektedir. Çok yüksek seviyelerde eşitsizlik, rahatsız edici ahlaki sorulara yol açtığı gibi, hem hükümetin hem de ekonomik sistemin verimliliğini azaltacak sosyal bölünmelere de neden olabilir.

 

Biz, Amerika Birleşik Devletleri’nde ve başka pek çok ülkede eşitsizliğin hem hakkaniyet, hem de verimlilik açısından aşırı düzeylere ulaştığına inanıyoruz. Yüksek ve artan eşitsizlik seviyesi, özellikle büyümenin yavaş olduğu ve normal bir ailenin yaşam standartlarının gerilediği dönemlerde problemlidir. Elbette, korumacılığın ve istihdamda teknoloji temelli dönüşümleri geciktirmenin cazibesine karşı konulmalıdır. Ancak, aynı zamanda, daha yüksek oranda eşitsizliğe neden olan faktörlerin daim olma ve hatta şiddetlenme eğiliminde olduğu bir dönemde, siyasi karar vericilerin düzeltici önlemler alması önemlidir.

 

Hükümetlerin eşitsizliğin etkisini azaltmak için ne tür reçeteler kullanabilecekleri sır değildir; 1920ʼli yılların başlarında ve II. Dünya Savaşıʼnın hemen sonrasındaki süreç boyunca, Amerika da dahil olmak üzere bütün gelişmiş ülkeler eğitime ciddi oranda yatırım yaptılar, artırımlı vergi rejimleri uyguladılar, işgücü ve mali piyasa düzenlemelerini sıkılaştırdılar ve sosyal güvenlik ağlarını genişleterek derinleştirdiler. Son dönemde, Latin Amerika hükümetleri, sınırlı kaynaklarına rağmen gelişmekte olan ülkelerin eğitimdeki yatırımları ve küçük nakit transferleri sayesinde eşitsizliği büyük ölçüde azaltabildiklerini, yoksullukla mücadele edebildiklerini, sağlık ve eğitim alanlarındaki sonuçları geliştirebileceklerini gösterdiler. Küreselleşmeyle birlikte, ülkelerin şirketleri, hareketli sermayeyi ve en yüksek gelirlileri vergilendirebilme gücünü muhafaza edebilmeleri için kendi aralarındaki işbirliğinin artması gerekmektedir.

 

 

MESELENİN BOYUTLARI 

 

Eşitsizlik pek çok ve farklı ekonomik gücün sonucu olan karmaşık bir olgudur ve tanımlanması, ölçülmesi ve ülkeler arası karşılaştırması oldukça zordur. En yaygın kullanılan ve en geniş çerçeveli eşitsizlik ölçütü olan Gini katsayısı, bir toplumun gelir dağılımının mükemmel oranda eşit olan değerden ne kadar saptığını gösterir. Bu ölçümde 0, ülkedeki her vatandaşın eşit gelire sahip olduğu varsayımına dayanırken, 1 ise toplumdaki bütün gelirlerin bir tek bireyde toplandığı senaryoyu ifade eder. Gini değerindeki ufak farklılıklar ölçüldüğünde, bu eşitsizlikte önemli farklılıklar anlamına gelebilir- ülkenin en zengin % 10ʼluk dilimiyle en fakir % 10ʼluk diliminin karşılaştırılması gibi. Ne yazık ki, hanehalkı anketlerine dayanan Gini değerleri en zengin hanelerin ankete katılmamasından ya da bu ailelerin gelirlerini açığa çıkarmamayı yeğleyen eğilimlerinden kaynaklanan, istatistiki yanılgı gibi önemli sorunları içerebilir.

 

Verilerdeki zayıflıklara rağmen, uzmanlar bu anketler ve başta ünlü Fransız ekonomistleri Thomas Piketty ve Emmanuel Saez olmak üzere akademisyenler tarafından hazırlanan vergi verisi analizleri doğrultusunda, büyük resim konusunda geniş tabanlı fikir birliğine sahiptirler: Çoğu ülkede 19. yüzyılda Endüstri Devrimiʼni izleyen dönemden 1920ʼlere kadar olan dönemde eşitsizlik arttı. Eşitsizlik bu dönemden 1980ʼlere kadar gerilerken, sonrasında yeniden artış eğilimi gösterdi. 1990ʼdan bu yana, bilhassa Dünya Bankası tarafından hazırlanan çoğu çalışma, eşitsizliğin birkaç istisna dışında gelişmiş ülkelerde ve çoğu gelişmekte olan ülkede arttığını gösterdi. Eşitsizlikteki bu artış, halihazırda zaten bütün bölgeler arasında en yüksek eşitsizlik değerlerine sahip olan Latin Amerika bölgesi dışında, evrensel bir olgu haline geldi.

 

Her ne kadar Amerikaʼda gelişmekte olan ülkelerle karşılaştırılabilir oranlarda eşitsizlik değerleri olsa da, genel olarak eşitsizlik gelişmekte olan ülkelerde gelişmiş ülkelere kıyasla daha yüksektir. Düşük gelirler, gelişmekte olan ülkelerde bir sosyal güvenlik zemini oluşturulmasını zorlaştırırken, bu ülkeler bir yandan da yüksek ve artırımlı gelir vergisi koyma kapasitesinden de yoksun durumdalar. Örneğin, 2007 yılında gelişmekte olan ülkelerin Gayri Safi Milli Hasıla içerisinden kamusal sosyal harcamalara ayırdıkları miktar, gelişmiş ülkelerinkinin ortalama yarısı kadardı (bu oran gelişmekte olan ülkelerde yalnızca % 11,6 iken gelişmiş ülkelerde % 20,6 değerlerindeydi). Öte yandan gelişmekte olan ülkeler, toplam ekonomi içerisinde gelişmiş ülkelerin ancak yarısı oranında vergi toplayabiliyorlar.

 

Eşitsizlikteki en belirgin artışlar uç noktalarda yaşandı. Bu küresel bir eğilimdir, ancak özellikle Amerikaʼda çok açık bir biçimde gözlemlenmiştir. Amerikan Kongresi Bütçe Ofisi, en zengin % 1ʼlik kesime giden piyasa gelirinin (vergiler ve transferler öncesindeki gelir) 1970-2012 yılları arasında % 10 seviyesinden % 20ʼye ulaşarak, iki katına çıktığını göstermiştir. Yaklaşık olarak aynı dönem olan 1979-2010 yılları arasında, en fakir % 10ʼluk dilim için reel hanehalkı geliri ise yalnızca % 3,6 oranında artmıştır. Standart Amerikan ailelerinin enflasyona göre düzeltilmiş gelirleri ise, bu uzun dönem boyunca sadece mütevazı bir oranda artmış, 2000ʼden bu yana ise aslında gerilemiştir.

 

Ülke içi eşitsizlik seviyesi dünyanın büyük bölümünde artarken, sınır ayrımı gözetmeksizin bütün dünya nüfusunun gelir dağılımı cinsinden tanımlanan küresel eşitsizlik ise kısmen düşmeye başladı. Birçok gelişmekte olan büyük ülke ekonomilerinin ortalama gelirleri ile gelişmiş ülkelerin ortalama gelirleri arasındaki uçurumda gözlemlenen azalma, çoğu ülkede eşitsizlik konusunda gözlemlenen artışı dengeliyor. Dünyadaki toplam nüfusa bakıldığında oluşan net sonuç, küresel eşitsizlik oranında gözlemlenen azalmadır. Zira dünyanın en fakir üçte birlik diliminde yer alan nüfus, reel gelirini ciddi oranda arttırmıştır. Dünya Bankasıʼndan Branko Milanoviçʼin yakın dönemde işaret ettiği üzere, dünya nüfusunun en zengin % 10ʼluk kesimi küreselleşmeden fazlasıyla kazanç sağlamıştır. Benzer bir durum, daha çok en büyük ve en başarılı gelişmekte olan ekonomilerin vatandaşlarının yer aldığı, en fakir % 5ʼlik dilimden % 75ʼlik dilime kadarlık kısmı da içerisine alan çok geniş bir grup için de geçerlidir. Büyük çoğunluğu başarısız devletlerde (failed states) yaşayan dünyanın en fakir % 5ʼlik diliminde yer alan nüfusla, gelişmiş ülkelerde % 75ʼlik ve % 90ʼlık dilimde yer alan orta sınıfın büyük bir kısmı ise küreselleşmeden kazançlı çıkamayan grupları oluşturuyor.

 

Ekonomik eşitsizliğin ülke içerisinde, küresel düzeyde ve uç kesimlerde yaşanan farklı boyutları tartışmanın kapsamını tanımlamayı önemli kılıyor. Dünyadaki eşitsizliğe ve onun nasıl değiştiğine yönelik herhangi bir tasvir, hem gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki büyüme dinamiklerini, hem de ülkeler içerisindeki eşitsizliğe neden olan faktörleri dikkate almak zorundadır.

 

 

BECERİLERİN DEĞERİ

 

Ülkeler içerisindeki gelir dağılımında gözlemlenen güncel eğilimler, küresel ekonomide son 30 yılda meydana gelen 3 büyük değişimle bağlantılıdır. İlk olarak teknolojide beceriyi ön plana çıkaran, özellikle de bilgi teknolojisi alanında yaşanan devrim devam ediyor. Bu yaşanan teknolojik değişim düşük vasıflı işgücüne olan talepten ziyade, beceriye, sermayeye ve özellikle her ikisinin birleşimine olan talebi artırdı. İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) tarafından hazırlanan yakın zamanlı bir rapor, son 25 yılda teknolojik alanda yaşanan gelişmelerin OECD ülkelerindeki gelir dağılımında ilk yüzde %10’luk dilim ile diğer %90’lık dilim arasında genişleyen farkın ortalama üçte birini açıklayabildiğini hesaplamıştır.

 

Son 30 yılda kişisel bilgisayarlardan, internet ve mobil uygulamalara kadar bilgi ve iletişim teknolojilerinde yaşanan gelişmeler, değer yaratma sürecinin merkezinde bir rol oynadı. Bu gelişmeler aynı zamanda, fabrikalarda çiftliklerdeki biçerdöverleri birleştirmek için kullanılan makinelerden, ofislerdeki daktilolara kadar emek tasarrufu sağlayan teknolojik uygulamalarını kolaylaştırdı.  Teknolojik gelişme, yönetim, araştırma ve bankacılıktan, perakende ve sekreterlik işlerine kadar, pek çok meslek grubunda temel ve ileri beceri kalıplarının nasıl olacağını yeniden tanımladı. Günümüzde; ofis yazılım programlarını bilmeyen, interneti rahat bir şekilde kullanamayan ve bu araçlara karmaşık görevleri gerçekleştirmek için hakim olmayan bir aday bu pozisyonların çoğu için nitelikli değildir.

 

Bilgi teknolojisi bir yandan da pek çok iş çeşidini otomasyon yoluyla ortadan kaldırdı, ya da bu işlerde çalışabilmek için gerekli olan beceri seviyesini arttırdı. Örneğin, kaynakçılar ve tarım işçilerinden, bankadaki gişe memurları, güvenlik görevlileri, kütüphaneciler, satış elemanları ve postane memurlarına kadar uzanan çalışan profilleri benzer görevleri yerine getirebilen makine ve yazılım programlarının doğrudan rekabetine maruz kalıyorlar.

 

Düşük vasıflı işçiye kıyasla yüksek vasıflı işçiye duyulan artan talep, ikinci grubun nispi arzında bir artışla karşılaşılmadığı takdirde bu grup için artan maaşlar anlamına geliyor. Ancak nadir olmakla birlikte, eğitim ve meslek kuruluşları bu değişen eğilimlere hızlıca cevap verebilseler dahi, gerekli adaptasyonun sağlanması uzun bir zaman alacak. Ayrıca, bir firmaya ya da çiftliğe teçhizat veya insan ilavesinden farklı olarak, bilgi teknolojisine yapılan yatırımların bir özelliği de, azalan marjinal verimlerden daha az etkilenmeleridir. Bu yatırımlar, uzun dönemde net bir sınır olmaksızın çoğu durumda verimliliği artırma kapasitesine sahiptirler.

 

Aynı zamanda, bilgi teknolojisinde yaşanan devrim, radikal bir şekilde iletişimin ve daha az oranda olmak üzere ulaşımın maliyetini de düşürmüştür. Teknolojik gelişmeler, ticaret ve yatırımın önündeki engelleri azaltan iktisadi politikalarla birlikte, ulusal piyasaları birbirinden ayıran bariyerleri de ortadan kaldırmıştır.

 

 

KÜRESELLEŞMENİN ETKİSİ

 

1980ʼden bu yana, dünya Gayri Safi Milli Hasılasında ticaretin oranı % 30ʼun altında bir rakamdan, 2010 yılında % 56ʼya yükselirken, doğrudan yabancı yatırımlar neredeyse dörde katlanarak dünya Gayri Safi Milli Hasılasının % 0,6ʼsından % 2,8ʼine çıktı. Bu sadece buzdağının görünen kısmı; Amerikaʼda uluslararası konuşmalar için kullanılan dakika sayısı 1980ʼde 2 milyardan 2008ʼde 75 milyara yükseldi. Bir yandan da, üçte ikisini gelişmekte olan ülkelerin oluşturduğu internet kullanıcı sayısı şu anda 2,4 milyara ulaştı. Birçok engelin halen var olmasına rağmen, küreselleşme küresel piyasayı birleştirmede etkili olurken, sermayenin daha yüksek gelir arayışı içine girmesini kolaylaştırarak pazarlık gücünü arttırdı; ancak diğer taraftan iş sendikalarının pazarlık gücünü azalttı. Beklenileceği gibi, verinin mevcut olduğu 26 OECD ülkesi için Gayri Safi Yurtiçi Hasıla içerisinde sermayenin oranı 1993 ve 2010 arasında % 4 oranında artarak, % 32,2ʼden, % 36,5ʼe yükseldi. Yüksek gelirli vatandaşlar düşük gelirli vatandaşlara kıyasla gelirlerinin daha büyük bir kısmını sermayeden edindikleri için, bu değişim eşitsizliğe neden olmaktadır.

 

Ayrıca, günümüzde çoğu şirket küreseldir. Bu şirketler, bir yandan boyut ve karmaşıklık anlamında büyüyor, diğer yandan ise yönetimlerindeki az sayıda yöneticiye sunulan maddi imkanları arttırıyorlar. Söz konusu ʼʼkazanan hepsini alırʼʼ ortamında, benzer durum, büyük serbest yatırım fonlarının ve diğer yatırım araçlarının yöneticileri için de geçerlidir. Roger Federer, Lionel Messi, Beyoncé, Tom Cruise veya James Patterson gibi sanat ya da spor sektörlerinin ʼʼsüper starları,ʼʼ daha önceki on yıllarda hayal edilemeyecek bir biçimde etki alanlarını genişleterek, küresel bir kitleyi kontrol edebiliyorlar.

 

Küreselleşmenin eşitsizlik üzerindeki etkisi hala çok geniş ve derindir. Aslında süper starlar haricinde, işgücü için olan küresel piyasa sermaye için olan küresel piyasaya oranla daha az entegredir. İşçilerin hareket etme alanı sınırlı olmasına rağmen, ticaret ve yabancı yatırımlar sayesinde iş olanakları bu kişilere ulaşmaktadır. Ticaret ve yabancı yatırımın maaşlar üzerinde görünen etkisi, çoğu ekonometrik çalışmanın işaret ettiği üzere, gelişmiş ülkelerde az olabilir. Ancak küreselleşmenin önemli bir etkisi de şirketleri rekabet edebilmek ve var olabilmek için işgücünden tasarruf eden teknolojiler kullanmaya zorlamasıdır. Bu durum, uygulamada ticaretin ve teknolojinin artan eşitsizlik üzerindeki etkilerini ayırt etmeyi zorlaştırmaktadır.   

 

Başta yüksek nüfuslu Çin ve Hindistan olmak üzere, çoğu gelişmekte olan ülke dünya ekonomisine daha fazla entegre olurken, yabancı sermayeyi ve gelişmiş teknolojiyi çekebiliyorlar. Bir yandan da, bu ülkeler küresel değer zincirlerinin temel tedarikçileri konumundalar. Bu durum, Berlin Duvarıʼnın yıkılması ve eski Sovyet sisteminin açılmasıyla bir araya geldiğinde, Harvard ekonomisti Richard Freemanʼın ʼʼbüyük ikiye katlamaʼʼ olarak tanımladığı gibi son 30 yılda küresel işgücünün 1,5 milyardan 3 milyara çıkmasına neden oldu.

 

Bu büyük çaptaki değişimlerin eşitsizlik üzerinde 3 önemli etkisi oldu. Yüz milyonlarca insanın yoksulluktan kurtulmasıyla birlikte, dünya vatandaşları arasındaki eşitsizlik azaldı. İkinci olarak, kentsel yerleşmelerin gelişmesi ve fabrikaların kurulmasıyla birlikte, gelişmekte olan pek çok ülkedeki kentli işçilerin verimlilikleri ve maaşları, kırsal kesimdekilere kıyasla daha fazla arttı. Son olarak, dünyadaki düşük vasıflı işçi arzının artması, bu işçilerin maaşlarını yüksek vasıflı işçilere ve taşınabilir sermayenin getirilerine kıyasla azalttı.

 

Zaman içerisinde, gelişmekte olan ekonomilerde, eğitim seviyesi artarak beceriler çoğalır. Bu durum da sonuç olarak eşitsizlikteki artışı yatıştırabilir ve dünyada yüksek vasıflı işçiye yönelik nispi arzın artmasına neden olabilir. En büyük ve yoksul gelişmekte olan ülkelerde hala çok yeni olan bu süreç - Çin fabrikalarındaki keskin maaş artışlarından ve Latin Amerikaʼdaki azalan beceri primlerinden de görüldüğü üzere- düşük vasıflı işçiler üzerindeki baskıların azalacağı anlamına gelebilir. Ancak bu süreç aynı zamanda, gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelerin orta sınıfına ihraç etme imkanlarının artmasıyla, hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerdeki bazı yüksek vasıflı işçi kategorileri üzerindeki baskının artacağı anlamına da gelebilir.

 

Gelişimini başarıyla sürdüren ülkelerde, orta sınıfın kalkınması anlaşılandan daha hızlı bir biçimde gerçekleşmektedir. Örneğin, gelişmekte olan ülkelerde orta sınıfın en tipik sembolü olan otomobillere bakıldığında bu durum açık bir biçimde gözlemlenebilmektedir. Gelişmekte olan uluslardaki otomobil sirkülasyonu bir yıl içerisinde % 10 - % 15 oranlarında artış göstermektedir. Bu çoğu gelişmekte olan ülkede kişi başına düşen gelirin, alım gücüne uyarlanmış haliyle ortalama $3,500 etrafında kümelenmiş olduğu gerçeğini yansıtmaktadır. Bu değer de, otomobil sahipliği için gerekli sınırı ve orta sınıfa geçiş için en alt seviyedeki gelir düzeyini temsil etmektedir.

 

YENİDEN DAĞITANIN ROLÜ

 

Bir demokraside vergilerin ve transferlerin etkisi genellikle önemli ölçüde eşitsizliği düşürme yönündedir. Geçen sene eşitsizlik üzerine hazırlanan bir OECD raporu, 2000ʼli yılların sonlarında, OECD ülkelerinde vergiler ve transferler sonrasındaki Gini katsayısının vergiler ve transferler öncesindeki Gini değerine kıyaslandığında % 25 oranında daha düşük olduğunu belirtmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde ise hükümet daha az etkili, ancak gene de önemli bir yeniden dağıtıcı rolü oynamaktadır. Ancak, kamu politikalarının zaman içerisinde, aynı zamanda gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin üzerindeki etkisinde büyük farklılıklar gözlemlenmektedir.

 

Hükümetin yeniden dağıtıcı etkisi çok evvelden başladı ve bu rol daha küçüktü. Amerika Birleşik Devletleriʼnde 1930 yılında, Büyük Buhran’ın (Great Depression) başlangıcında ve Yeni Anlaşma’nın (New Deal) öncesinde, ülkedeki toplam hükümet harcamaları Gayri Safi Milli Hasılaʼnın % 10ʼunun altındaydı. 1980ʼe gelindiğinde bu oran Gayri Safi Milli Hasılaʼnın % 25ʼine, 2011ʼde ise ortalama % 40ʼına ulaştı. Batı Avrupaʼda, 20. yüzyılın başlarında hükümet harcaması Amerikaʼdaki gibiydi. Ancak bu oran şu anda Gayri Safi Milli Hasılaʼnın ortalama % 33ʼünden (İsviçre) % 57ʼsine (Danimarka) kadar değişen ve çoğu ülkenin Danimarkaʼdaki yüksek değerlere yakın olduğu bir aralık izliyor.

 

Gelişmekte olan ülkelerdeki hükümet harcamalarının oranı her ne kadar son 10 yılda % 27ʼden % 31ʼe çıksa da çok daha azdır. Gelişmekte olan ülkelerde genç nüfus fazla olmasına rağmen, hükümetin Gayri Safi Milli Hasıla’daki eğitim harcamasının oranı, gelişmiş ülkelere oranla daha düşüktür. İki grup arasındaki fark, hükümetlerin sağlık harcamaları kıyaslandığında çok daha belirginleşmektedir. Gelişmekte olan ülkelerin hükümetleri, gelişmiş ülkelerin ancak yarısı oranında sağlık harcaması yapabiliyorlar.

 

Gelişmiş ülkelerde, hükümetin daha fazla müdahil olmasıyla, sağlık, eğitim hizmetleri, emekli maaşı, işsizlik sigortasını içeren ve artırımlı vergilerle ödenen daha kapsayıcı bir refah devleti sistemi modeli oluşmuştur. Gelişmekte olan ülkelerde ise, gelişmiş ülke devletlerinin yeniden dağıtıcı rolü daha düşük derecede hayata geçirilebilmiş ve resmi sektörle sınırlanmıştır. Bu durum da, gelişmekte olan ülkelerdeki kaynak sıkıntılarını, zayıf yönetim kapasitesini ve nispeten daha az olan vergi gelirlerini yansıtmaktadır.

 

Devletin bu alanda artan rolü, zaman içerisinde de büyük farklılıklar göstermiştir. Büyük Buhran ve II. Dünya Savaşıʼnı takip eden dönemde, hükümetin yeniden dağıtıcı rolünün artmasından sonra, Britanya Başbakanı Margaret Thatcher ve Amerikan Başkanı Ronald Reagan dönemlerinde daha az artırımlı vergilendirme ve harcamaları içeren, liberalleşme ve özelleştirme ile devam eden bir dönüşüm meydana geldi. İngiltere ve Amerikaʼda başlayan bu eğilim, daha sonra çoğu gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeye sıçradı. Bu eğilimler Berlin Duvarıʼnın yıkılması ve Çinʼde yaşanan ekonomik reformlarla (Deng Xiaoping’in bir sözünü hatırlatmak gerekirse, zenginleşmek mükemmeldir) daha da güçlendi.

 

Amerika Birleşik Devletlerinde, devletin yeniden dağıtıcı rolü son zamanlarda eski Başkan George W. Bush tarafından uygulanan vergi kesintileriyle azaldı. Ayrıca, yüksek gelirli vatandaşlar ʼʼtaşınan faizʼʼ gibi özel sermaye şirketlerinin gelirlerini uzun dönemli sermaye kazanımları olarak değerlendiren, ve ikinci konut da dahil olmak üzere, büyük konutlarda ipotek finansman (mortgage) faizlerinin mahsup edilmesini içeren büyük vergi avantajlarından yararlanmaktadırlar.

 

Aynı zamanda, bazı ülkelerde ve bölgelerde, devlet müdahaleleri son 10 yılda yüksek eşitsizlik oranlarını düşürdü. Tulane Üniversitesiʼnden Nora Lustig ve diğer araştırmacıların belirttiği gibi, Latin Amerika’daki bu tip müdahaleler Arjantin, Brezilya ve Meksikaʼdaki şartlı nakit transferleri ile Peruʼdaki aynı yardımları içermektedir. Bu tip programlar nispeten küçük olsa dahi - örneğin Meksikaʼdaki Progresa/Oportunidades programının bütçesi Gayri Safi Yurtiçi Hasılaʼnın % 0,5ʼi oranındadır - yoksullara daha etkili bir biçimde ulaşabilmekte ve yoksulluğun azaltılmasında önemli bir rol oynamaktadır. Ayrıca, Arjantin, Meksika ve Peruʼda modernize edilen ve arttırılan transferler, sağlık, eğitim ve beslenme alanlarında artırımlı harcamalarla desteklenmektedir. Buna rağmen, Latin Amerika, ülke içinde artan eşitsizlik eğilimiyle istisna konumunu sürdürmektedir.

 

 

AMERİKAN ÖRNEĞİ

 

Amerika, dünyadaki en büyük ekonomi olması ve teknolojik gelişmelerdeki liderliği nedeniyle özel bir konuma sahiptir. Amerikaʼdaki eğilimlerin Çin, Hindistan ve Rusya gibi eşitsizliğin arttığı ve Brezilya gibi eşitsizliğin azaldığı en büyük gelişmekte olan ekonomilerle ileriye yönelik bir karşılaştırması, bu hadisenin çok yönlü özelliklerinin anlaşılmasına imkan sağlayacaktır.

 

Eşitsizliğin en hızlı oranda artış gösterdiği Amerika, gelişmiş ülkeler arasında eşitsizliğin en yüksek seviyede olduğu ülke konumundadır. Son 30 yıl içerisinde sadece piyasa gelirleri arasındaki fark açılmamış, aynı zamanda hükümetin bu dağılımı düzenlemedeki rolü de azalmıştır. En geniş çerçevede, Kongre Bütçe Ofisi, 1979-2007 yılları arasında, Amerikaʼdaki hanehalkı piyasa gelirine yönelik Gini katsayısının 0,48ʼden 0,57ʼye çıktığını tespit etmiştir.  Gini katsayısı, vergileri ve transferleri de içeren hanehalkı net geliri için daha da yüksek bir artış göstererek 0,37ʼden 0,49ʼa çıkmıştır.   

 

Hanehalkı gelir eğilimlerinin ortalamasına ve medyanına ve gelir dağılımının en altına ve en tepesine bakıldığında da benzer bir sonuca varılır. 1979-2007 yılları arasında, Amerikalıların ortalama hanehalkı net gelirleri % 60ʼın üzerinde artmıştır. Hanehalkı gelirinin medyanı ise bu yarıdan biraz fazla bir oranda artmıştır. Bu durum, gelir büyümesinin daha çok gelir dağılımının üst bölümünde yoğunlaştığını göstermektedir. Amerikaʼda gelir dağılımında en tepedeki % 20’nin en aşağıdaki % 20’ye oranıyla en tepedeki %10ʼun en aşağıdaki % 10’luk dilime oranı, diğer bütün gelişmiş OECD ülkelerinden daha yüksektir.

 

Amerikaʼda düşünülenin aksine mevcut olan düşük sosyal hareketlilik de yüksek ve artan eşitsizliği körüklemektedir. Center for American Progress kurumu tarafından hazırlanan bir çalışma gelir dağılımının en alttaki % 20’lik kısmında yer alan ailelerin çocuklarının, en tepedeki % 5ʼlik dilimde yer alma şansının sadece %1 olduğunu tespit etmiştir. Öte yandan, en tepedeki % 5ʼlik dilimde yer alan ailelerin çocuklarının, bu yüksek gelir aralığında kalma ihtimalinin ise % 22 olduğuna işaret etmiştir. Şu anda sosyal hareketlilik Avrupaʼdaki ülkelere kıyasla Amerikaʼda çok daha düşük boyutlardadır.

 

Önceden de belirtildiği gibi, Amerikaʼda eşitsizliğe yol açan faktörler vergi sisteminin daha az artırımlı olması ve eğitim alanına yapılan yatırımlarda gözlenen yavaşlayan artış gibi ülkede son 30 yılda yaşanan gelişmelerden kaynaklanmaktadır. Konuyla ilgili artan farkındalığa rağmen, nasıl hareket edilmesi gerektiğine dair siyasi bir fikir birliği yoktur. Bir yandan da, yüksek mali açık, sosyal harcamalarda daha fazla kesinti yönünde baskı yapacak gibi durmaktadır. Aynı zamanda da eşitsizliğe yol açan temel faktörlerin ivmesini kaybettiğine yönelik bir gelişme gözlenmediğinden, Amerika’da yakın zamanda yüksek eşitsizlik yönündeki eğilimin kırılması olası gözükmemektedir.

 

 

EŞİTSİZLİĞİN GELECEĞİ

 

Çin’de eşitsizlik, çok hızlı bir ekonomik büyümenin arka planında ve oldukça düşük bir değerde olmasına rağmen artış gösterdi. Uluslararası Çalışma Örgütü tarafından hazırlanan bir araştırmaya göre 1985-2007 yılları arasında büyük oranda kırsal-kent arasındaki farkın açılmasıyla, Çinʼdeki hanehalkı net geliri için Gini katsayısı % 0,25ʼten daha az bir orandan % 0,40ʼların üzerine çıktı. Devlet kırsal kesimdeki yoksulların ve kentteki göçmenlerin yaşam koşullarını destekleyerek,  bu dönüşüme faal bir biçimde cevap verdi. Yakın dönemde bu alanda atılan adımlar, geçtiğimiz yıl kentli çalışanların asgari gelirlerinde % 17 oranında bir artış, 2015ʼe kadar olan dönemde % 10 oranında yıllık artış yapılması yönündeki çağrıları ve neredeyse tamamlanmak üzere olan bütün kırsal yerleşmeler için geçerli olacak ulusal bir emeklilik planını içermektedir. Diğer çoğu ülkeden daha yüksek bütçe kapasitesine sahip olan Çinʼde, sosyal gerginlikler konusunda daha dikkatli davranan liderler ile ucuz işgücünün azalması gibi eşitsizliğin azalmasa dahi dengede tutulacağına inanmayı gerektirecek unsurlar mevcuttur.

 

Çin gibi, Hindistan ekonomisi de yakın zamana kadar büyümekteydi ve Hindistan nüfusunun büyük bir kısmı bu büyümenin meyvelerini henüz tam anlamıyla göremediler. Ülkede gelir, sağlık hizmetlerine erişim ve eğitim alanlarında başlıca eşitsizlikler sürüyor. En tepedeki ve en alttaki % 10’luk dilim arasındaki fark iki katına çıkarken, 1990ʼlı yıllarda 6ʼya 1 seviyesinde olan bu oran, şu anda 12 kata ulaştı. Hükümetin sosyal koruma planlarına yeterli derecede yatırım yapmaması (Gayri Safi Yurtiçi Hasılanın % 5ʼinden az bir oranda), ülkenin sınırlı mali kapasitesi ve hükümet reformlarındaki cesaret eksikliği Hindistanʼın eşitsizlikle etkin bir biçimde mücadele etmesini engelleyen unsurlar olarak ortaya çıkıyor. Standart işçi güvenliğinin mevcut olmadığı bu ülkede, kayıt-dışı ekonominin büyüklüğü, ülkenin eşitsizlikle mücadelesi için önemli bir engel oluşturmaktadır. Kayıtlı işgücü 1991ʼden bu yana çok sınırlı bir oranda arttı. Eşitsizlikteki eğilim, hükümetin daha genişletilmiş ve hedefe odaklanan kamu hizmetleri sağlayabilme yeteneğine ve kayıt içi iş imkanlarının artmasına bağlı olacaktır. Ancak şu an için bu ikisi de pek olası gözükmemektedir.

 

Rusya, eşitsizlik konusunda keskin bir artış yaşayan bir diğer ülkedir. Sovyetler Birliğiʼnin yıkılmasından sonra,  Rusyaʼda maaşlar üzerinde sektörlerdeki verimlilik farklılığından kaynaklanan baskıdan dolayı, hanehalkı net gelirinin Gini katsayısı % 50ʼden fazla oranda arttı. Yakın dönemde bu artış biraz daha hafifledi. Son 10 yıldaki ekonomik büyümeden dolayı, katsayı % 0,35ʼe gerilemiş durumdadır. Rusyaʼdaki eşitsizlik son derece akışkan olması nedeniyle olağan dışıdır. Rusyaʼdaki hanehalkı gelirlerini inceleyen yıllık anketler, 1994-2008 yılları arasında cevap verenlerin sadece % 10ʼunun asla yoksulluk içerisinde yaşamadığını tespit etmiştir. Çalışmaya göre, sadece % 1ʼlik bir bölüm bütün bu dönem boyunca yoksul kalmıştır. Ayrıca Rusyaʼda, kuşkusuz, en tepedeki gelir grupları için gelirini az gösterme eğilimi hakimdir. Dolayısıyla, Rusyaʼdaki eğilimleri tahmin etmek oldukça güçtür.

 

Son 10 yılda eşitsizliğin azaldığı Brezilya, hala dünyadaki en eşit olmayan ülkeler arasında yer alır. Lustigʼe göre, ülkedeki Gini katsayısı 1998-2009 arasında 0,59ʼdan 0,54ʼe düşmüştür. Ayrıca, 2002-2009 yılları arasında, en fakir %10’luk grubun kişi başına düşen gelir oranı, en zengin % 10’luk dilime göre altı katın üzerinde büyümüştür. Brezilyaʼda eşitsizlik alanındaki düşüş özellikle hükümetin son dönemde eğitime erişimi arttırma yönündeki çabalarından ve en yoksul kesime daha çok doğrudan nakit transferi sağlamasından kaynaklanmaktadır. Bütün bu uygulamalar, 1995 yılından bu yana Gini katsayısında ortalama üçte ikilik bir azalmayı açıklamaktadır. Buna rağmen, Brezilyaʼdaki eşitsizlik oranları hala yüksektir ve eşitsizliği azaltmaya yönelik güncel çalışmaların etkinliğinin tükendiğine dair işaretler mevcuttur.  

 

Apartheid sonrası Güney Afrikaʼda eşitsizlik artmıştır. 1993-2008 yılları arasında hanehalkı net gelirine yönelik Gini katsayısı halihazırda yüksek bir değer olan 0,66’dan 0,7’ye çıkmıştır. Apartheid Güney Afrikası’nı niteleyen eşitsizliğin ırksal boyutu günümüzde de devam etmektedir – zira Afrikanların kişi başına düşen ortalama geliri beyazlarınkine göre % 13 oranındadır.  Ancak, ırklar arası eşitsizlikte görülen farkın, genel gelir eşitsizliğinde gittikçe artan bir role sahip olduğuna yönelik işaretler bulunmaktadır.  

 

Bu örnekler yakın zamanda eşitsizliğin kırılma eğiliminde olmadığını göstermektedir. Hükümetler eşitsizliği çözmek yönünde baskı hissedecekler, ancak küreselleşme ve teknolojik gelişmeler de devam etme eğiliminde olacaktır. Çin bu alanda bir istisna olabilir çünkü bir yandan oradaki piyasa hareketleri şimdiden düşük vasıflı işgücü lehine dönmüşken, öte yandan da ülkedeki mali kapasite ve tasarruflar diğer ülkelere kıyasla daha yüksektir. Ülkenin büyüklüğü ve küresel piyasalardaki varlığı düşünüldüğünde, Çin belki de diğer ülkelerdeki gelir dağılımında mütevazı bir eşitleme etkisi yaratabilir.

 

SORUNLA YÜZLEŞMEK

 

 
 

Aşırı seviyedeki eşitsizliğin birçok problemle ilintili olduğu tespit edilmiştir: siyasi anlaşmazlıklar yolsuzluk veya en azından paranın siyaset ve politikalar üzerinde nüfuzlu etkisi; yoksulluk; gösteriş amaçlı tüketim; yüksek suç oranları; kötü sağlık ve eğitim sonuçları; ayrımcılık ve fırsat eşitsizliği; orta sınıf ve alt gelir grupları için durağan yaşam koşulları. Aslında ahlaki yönden yüksek seviyelerdeki eşitsizlikten rahatsız olmayan kişilerin çoğu dahi, Brezilyaʼdaki ve Meksikaʼdaki gibi sürekli artan bir Gini değerinin ya da Amerikaʼda olduğu gibi en tepedeki %  lʼlik dilim için gelir yığılmasının % 20ʼden fazlaya ulaşması istenmeyen bir durum olduğu noktasında anlaşacaktır. Çünkü bu tip durumlarda yukarıda ifade edilen pek çok sorun bariz olacaktır.  

 

Tabii ki normlar ve tutumlar farklılaşmaktadır ve Dünya Bankasıʼnın eski baş ekonomisti Francois Bourguignonʼun da yakın zamanda iddia ettiği gibi, bunlar belli bir ülkedeki vatandaşların eşitsizlik değerlerine yönelik bakış açısını da şekillendirir. Örneğin, anketler her ne kadar istatistiklerin aksini söylese de, içlerinde Amerika Birleşik Devletleriʼnin de bulunduğu bazı ülkelerde, insanların en azından yakın zamana kadar genellikle bir sürü imkanın olduğuna inandıklarını ve dolayısıyla eşitsizliğin çok kötü olmadığını düşündüklerini göstermiştir. Başka ülkelerde ise (örneğin Fransa), istatistikler her ne kadar tersini söylese de, insanlar eşitsizliğin çok yüksek seviyelerde olduğunu dile getirmişlerdir.

 

Algılar kısmen değişir, çünkü pek çok gelişmekte olan ülkede görüldüğü gibi, orta gelirin hızla arttığı ve zenginler daha çok fayda sağlasa bile orta sınıfın da bundan nasiplendiği durumlarda eşitsizliğin tolere edilmesi daha kolaydır. Öte yandan, Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa gibi borç kriziyle sarsılan ülkelerde gözlendiği üzere, nüfusun büyük bir kesiminin gelirinin düştüğü durumlarda eşitsizliği tolere etmek daha zordur.

 

Daha çok denge kurmayı hedefleyen politikalar üç ana başlık altında gruplanabilir. İlki, bazı politikalar eşitsizliğin altında yatan ana ekonomik etkenleri değiştirerek vergi ve transferler öncesi piyasa gelirlerini etkileyebilirler. İkinci olarak, diğer bazı politikalar, vergi ve transferler yoluyla net gelirleri etkileyebilir. Üçüncü olarak, vergi alanındaki yasal boşlukları kapatmayı ve düşük vergilerdeki rekabeti azaltmayı hedefleyen uluslararası işbirliği, ulus devletlerin yeniden dağıtıcı politikalar uygulama kapasitesini arttırabilir. Bütün bu önlemler eşitsizlik üzerinde farklı, ancak önemli etkiye sahiptir.

 

Piyasa gelirleri verimlilikten ciddi bir biçimde etkilenir. Verimlilik ise, yetenek ve işgücü için çalışmaya elverişli sermayenin miktarı ve kalitesiyle belirlenir. Ayrıca, istikrarlı ve öngörülebilir bir makroekonomik ve finansal çevre de verimlilik üzerinde etkilidir. Bununla birlikte,  pazarlık gücü ve sosyal normların da piyasa gelirlerini etkilediği yönünde pek çok kanıt mevcuttur.  Çok yüksek yönetici ödemeleri bazı ülkelerde daha ʼʼnormalʼʼ sayılırken, sendikalar da güçlü oldukları dönemlerde maaşlar üzerinde daha etkili olabiliyorlardı.  

 

Verimlilikle ilgili olarak bütün ülkelerde yapılabilecek en etkili şey yüksek kalitede, kapsayıcı ve fırsat eşitliğini destekleyen bir eğitim ve yeteneklerin geliştirilmesi sisteminin hedeflenmesidir. Sağlıklı vatandaşlar genellikle daha verimli olduğu için kapsayıcı ve etkin sağlık hizmetlerinin uygulanması ikinci bir yoldur. Üretkenliği harekete geçiren bir diğer önemli faktör de, bir işçinin erişiminin olduğu, altyapıyı da içeren sermaye miktarıdır. Ek olarak, mali sistemin ihtiyatlı bir biçimde düzenlenmesi de etkin, istikrarlı ve kapsayıcı sermaye piyasalarının oluşması için gereklidir. Bu sayede, küçük firmalar için makul koşullarda krediye erişim mümkün olurken, firmalar da büyük şoklardan korunmuş olurlar.

 

Net gelirin dağılımı, artırımlı vergi sistemiyle ve çok fazla etkisi olan hükümet harcamalarıyla değiştirilebilir. Bir yandan verimlilik ve eşitlik arasındaki risk-getiri dengesine yönelik tartışmalar devam ederken, çoğu gelişmiş ülkede temel vergi reformlarının ve hükümet harcamalarındaki net faydalara daha iyi odaklanmanın bu ülkelerde verimliliği etkilemeyeceği aşikardır. Amerika Birleşik Devletleriʼnde dikkat edilmesi gereken sorunlar, Sosyal Güvenlik vergisinin azalan oranlı oluşu, gayrimenkuller üzerindeki ipotekli borç faizlerinin vergi kredisi dahi milyon dolarların üstünde olması, Sağlık Sigortası olan Medicareʼden faydalanan en zengin kesimi bile  maliyetin daha büyük bir kısmını ödemeye zorunlu tutmayan politikalardır.

 

Sermayenin ve yüksek vasıflı profesyonellerin hareketliliği göz önünde bulundurulduğunda, bir miktar uluslararası işbirliğine de ihtiyaç duyulacaktır. Böyle bir işbirliğinin olmadığı ortamlarda, ülkeler yatırım çekebilmek için birbirleriyle yarıştıklarında dünya daha aşikar bir biçimde vergiler alanında dibe doğru olan bir yarışa tanık olabilir. Ülkeler yatırım çekebilmek için birbirleriyle yarıştıklarında, şirketler farklı ve karmaşık yasal boşluklardan yararlanıp vergi sorumluluklarını en aza indirmek için muhasebe karları ile oynarlar. Bu durum şüphesiz önemli bir sorunu teşkil eder. Ancak bu, daha küreselleşmiş bir çevrede,  ulus devletlerin 20. yüzyılın ikinci yarısında edindikleri kamu politikalarının yeniden dağıtıcı rolünün etkin olması için aşılmak zorundadır.

 

Dünyadaki eşitsizlik basit bir tanımlamayı reddeder. Son 30 yılda, dünyanın en yoksul yüzlerce milyon insanının yaşam koşulları; teknolojik gelişmelerin, küreselleşme ve daha iyi makroekonomik politikaların dünyayı dönüştürmesiyle iyileşti. Dünyanın bazı en büyük ve nispeten fakir ülkelerinde büyük bir orta sınıf ortaya çıktı. Aynı zamanda çoğu ülkede, göreceli zenginler gelirlerin artışına tanık olurken, bazı durumlarda bu kişilerin milli gelirdeki payı o kadar hızlı arttı ki nüfusun büyük bir kısmı bundan çok az kazanç elde edebildi.  

 

Teknoloji ve küreselleşmenin dönüşümcü gücü ile bu güçlerin küresel ekonominin büyümesi için sağladığı itici gücü sürdürülebilir kılmak, bir yandan da ülkeler içerisindeki kutuplaştırıcı etkileri azaltmak, 21. yüzyılın en büyük sorularından biridir. Küreselleşme veya teknolojik gelişmelerin durdurulacağı anlayışı olası ve hatta arzu edilen bir durum değildir. Yine de, topluma bir bütün olarak aktarılan kazançların dağılımında daha yerinde bir dengenin sağlanması alanında kamu politikalarında karşılaşılan bir başarısızlık o kadar derin çatlaklara neden olabilir ki, yeni çağın faydalarından yararlanma kapasitemiz de ciddi derecede zarar görebilir.

 



BROOKINGS
Bu içeriğin telif hakkı Brookings Institutionʼa aittir. Brookings Institution, Global İlişkiler Forumuʼna (GIF) bu içeriği tercüme etme ve GIF internet sitesinde yayınlama hakkını vermiştir. Brookings Institution ve GIF bağlı kurumlar değildir. Brookings Institution GIF sitesinde yayınlanan içerikten sorumlu değildir, ifade edilen fikirler ile ilgili bir pozisyon aldığı sonucu çıkarılamaz. Aynı şekilde, GIF Brookings Institutionʼın sitesindeki içerikten sorumlu değildir, Brookings sitesinde ifade edilen fikirler ile ilgili bir pozisyon aldığı sonucu çıkarılamaz.
X