GİF olarak, İnternet Sitesi’nin sağlanması ve bilgi toplumu hizmetlerinin sunulması için zorunlu çerezler kullanmaktayız. GİF tarafından kullanılan çerezlerin türü ve kullanım amaçlarına ilişkin detaylı bilgiler için Çerez Aydınlatma Metni’ni inceleyebilirsiniz.
X

Düşündürenler

 

Ve Herkes İçin Adalet: - Dünya Yoksulları İçin İnsan Haklarını Uygulamak - Gary Haugen ve Victor Boutros

Gelişmekte olan ülkelerden birinde yaşayan yoksul biri için, insan hakları mücadelesi siyasi özgürlükler ya da geniş çaplı savaş suçlarının takibatı için verilen soyut bir mücadele değil, günlük bir hayatta kalabilme olayıdır; yerel polisin zorbalığından ya da istismarlarından korunma mücadelesidir, köleliğe maruz kalmama ya da toprağını gasp ettirmeme mücadelesidir, adil bir yargılama süreci ihtimalinin düşük hatta hiç olmadığı bir ortamda, keyfi bir kararla, hastalık yuvası, aşırı kalabalık bir hapishaneye atılmaktan kaçınma mücadelesidir. Kadınlar ve çocuklar için saldırıya, tecavüze, tacize uğramama ya da seks ticaretine zorlanmama mücadelesidir. Modern insan hakları hareketinin son 60 yıldır gösterdiği çabalar, neredeyse bütün ülkelerde bu gibi istismarların yasalarla suç kapsamına alınmaına katkıda bulundu. Ne var ki, söz konusu yasaların ender olarak uygulanması yoksullar için hala sorun teşkil etmektedir. Yoksullara yasanın getirdiği güvenliği sağlayacak, işlevini yerine getiren adalet sistemleri ve kurumları olmadıkça, modern insan hakları hareketinin hukuki reformları bunlara en çok ihtiyaç duyan yoksulların yaşamlarını ender olarak iyileştirmektedir. Bu işlevsel hukuksuzluk durumu, yolsuzluk yapan resmi yetkililerin ve yerel suçluların, uluslararası kalkınma örgütleri tarafından yoksullara sağlanan önemli mal ve hizmetlerin pek çoğunu alıkoyma ya da gasp etmeleri durumunu da beraberinde getirmiştir. Bu istismarlar hem ahlaki bir trajediye yol açmakta, hem de gelişmiş ülkelerin yabancı yardım programlarından sağlanacak faydaları baltalamaktadır. O halde, insan hakları hareketinin yirmi birinci yüzyılda üstlenmesi gereken yeni görev, gelişmekte olan ülkelerde etkin adalet sistemlerinin kurulmasına yardımcı olmaktır.

Faili Meçhul Davalar
Birleşmiş Milletlerʼin Haziran 2008 tarihli bir raporuna göre, dünyada dört milyar insanın hukukun egemenliği ilkesinin sağladığı tedbirlerden yararlanamadığı tahmin ediliyor. Raporun vardığı sonuca göre, "Çoğu yoksul kişi hukukun koruyucu şemsiyesi altında yaşamamaktadır"; hayatlarını, cezalandırılma korkusunun istismar ve şiddet faillerini dizginlemediği bir dünyada sürdürmektedirler. Bu dünyada, adalet sisteminin neredeyse her birimi -polis, savunma avukatları, savcılar ve mahkemeler- hukuki korumaları sağlarken yoksullarla birlikte değil, yoksullara karşı mücadele etmektedir. Örneğin polisi ele alalım. Dünya yoksullarının çoğu için, yerel polis gücü adalet sistemiyle birincil temas noktasıdır. Gelişmekte olan dünyada sıradan bir yoksul, en iyi ihtimalle yolsuzluk yapmayan, en kötü ihtimalle de gereksiz şiddet uygulamayan bir polis memuruyla muhtemelen hiç karşılaşmamıştır. Aslında, dünyadaki yoksulların en sık karşılaştıkları suçlular, çoğunlukla kendi kolluk kuvvetleridir. Örneğin, 2006ʼda Kenyaʼda yapılan bir araştırma, görüşülen kişilerin yüzde 65ʼinin polisten yardım almakta güçlük çektiğini, görüşülenlerin yüzde 29ʼunun da son bir sene içinde polisle problem yaşamamak için "olağanüstü bir çaba" sarfetmek zorunda kaldığını ortaya çıkartmıştır.Dünya Bankasıʼnın 1999 tarihli bir araştırmasına göre, gelişmekte olan dünyada yoksullar polisi kendilerini bilfiil taciz eden, baskı ve kaba kuvvet uygulayan "yasadışı ve sabıkalı" bir örgüt olarak görmektedirler. Yerel polis memurlarının yoksulları korumaya istekli oldukları durumlarda da, çoğu zaman proaktif soruşturmalar yürütmek için gerekli eğitime, kaynaklara ve yetkiye sahip olmamaları durumu daha da kötüleştirmektedir. Bunun sonucunda, yoksullar bir tehlike ya da krizle karşı karşıya kaldıklarında polise sığınmamakta, tam tersine polisten kaçmaktadırlar.

Yoksul bir kişi polisin üstünde kamuya ait bir hukuk birimiyle karşı karşıya kaldığında, bunun nedeni çoğunlukla bir suçla itham edilmesi olmaktadır. Dünyadaki yoksullar için günde 1-2 dolar civarında seyreden ücretler göz önünde bulundurulduğunda sıradan bir yoksulun yasal ücretleri ödemesi dahi düşünülemez. Gelişmekte olan dünyada pek çok ülke yoksul kişilere avukatla temsil hakkını tanımamakta, avukat tutmaya gücü yetmeyenler yasal süreci avukatsız götürmeye terk edilmektedir. Bu da, yerel bir resmi yetkilinin - ya da bu durumda toplumdan herhangi bir bireyin- avukatla temsil edilmediği için yoksul bir kişi aleyhine, bu kişinin özgürlüğünü tehlikeye sokabilecek asılsız suçlamalarda bulunabileceği anlamına gelmektedir. Gelişmekte olan dünyada avukat sayısının yetersizliği bu sorunu daha da kötüleştirmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde sıradan bir insan hayatı boyunca bir avukatla hiç karşılaşmamıştır. ABDʼde 749 kişiye yaklaşık bir avukat düşmektedir. Buna karşılık, Zambiyaʼda 25.667 kişiye bir avukat, Kamboçyaʼda ise 22.402 kişiye bir avukat düşmektedir. Bazı büyük hukuk firmalarının New York ofislerinde Zambiya ya da Kamboçyaʼdaki toplam avukat sayısından daha fazla avukat bulunmaktadır. Bu küçük hukukçu zümresi içinde, savcılar daha da ufak bir alt kümeyi oluşturmaktadırlar. Ayrıca, bunlardan bazıları eğitimli hukukçular olmamakla birlikte, diğerleri de tıpkı polis gibi davaları düşürmek için sıkça rüşvet almaktadırlar. Davalar mahkemeye intikal ettirildiğinde, çoğunlukla bunlara bakabilecek çok az sayıda savcı bulunmaktadır. Bu da muazzam bir iş birikmesine neden olarak, söz konusu davaların taşmış duruşma listelerinde belirsiz bir tarihe kadar sürüncemede kalmasına neden olmaktadır.

Örneğin, bazı uzmanlar Hindistanʼın Mumbai şehrindeki mahkemelerin şu anki hızda ellerindeki tüm davaları görmelerinin 350 yıl alacağını tahmin etmektedir. BM Kalkınma Programıʼna göre, Hindistanʼda 1 milyon kişiye 11 hakim düşmektedir. Hindistan mahkemelerinde halen görülmeyi bekleyen 30 milyonun üzerinde dava bulunmaktadır. Bir davanın sonuçlanması için ise ortalama 15 yıl beklenmesi gerekmektedir. Hindistanʼda mahkemeye çıkarılmayı bekleyen bir tutuklu, çoğunlukla, mahkeme tarihini bile belli olmadan, alması beklenen cezanın azami süresinden daha uzun süre cezaevinde gözaltında tutulmaktadır. Londra Kingʼs Collegeʼda bulunan Uluslararası Cezaevi İncelemeleri Merkezi, Hintli tutukluların yaklaşık yüzde 70ʼinin hiçbir suçtan ötürü mahkum olmadığını saptamıştır. Mahkeme öncesinde gözaltında olmayanlar bile zorluklarla karşılaşmaktadırlar. Bazı mahkemeler çok uzakta oldukları için, yoksulların buralara ulaşması ya çok masraflı ya da lojistik olarak zor olduğundan mahkemeler genellikle gıyaplarında karar vermektedirler. Gelişmekte olan dünyadaki pek çok ülkede olduğu gibi Hindistanʼda da, hakimler ve sulh yargıçları bazen lehte kararlar verme, bunu gerçekleştiremedikleri durumlarda ise davayı belirsiz bir tarihe kadar sürdürme karşılığında rüşvet talep etmektedirler. Bazı mahkemelerin uygulanabilir kanun metinlerine erişimi bile imkânsızdır ve dolayısıyla hakimler kararlarını ilgili hukuk standartlarına müracaat etmeden vermektedirler. Fiilen kanunsuzluğun hüküm sürdüğü toplumlarda, yoksul bir kişi yasalara aykırı olarak istismar edildiğinin farkında olsa bile, böyle bir kişinin bu tür istismara karşı bir yasanın kendisiyle benzer sosyal statüden biri lehine sonuçlandığına tanık olması pek mümkün değildir. Bilakis, gelişmekte olan dünyada yoksul bir kişinin, adalet sisteminin kurbanı olan birini tanıyor olma ihtimali, bu sistem tarafından korunan yararlanan birini tanıma ihtimalinden çok daha yüksektir. Sonuçta, "hukuki yaptırım" düşüncesi, gelişmekte olan dünyada çoğu yoksul kişinin günlük yaşamın getirdiği tehditlerle baş etmekte yararlı olabileceğini düşündüğü sosyal mekanizmalardan biri değildir.

Üçüncü Bir Dönem?
Modern insan hakları hareketi, II. Dünya Savaşıʼnı izleyen yıllarda, bir grup akademisyen ve diplomatın temel haklarla ilgili uluslararası standartları ortaya koyma ve sistemleştirme çabalarından doğdu. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ve Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi gibi belgeler - bunların yanı sıra, ayrımcılık, işkence, çocuk hakları ve kadın haklarıyla ilgili sözleşmeler- bu hareketin ürünleridir. Hareket zaman içinde dünyadaki tüm insanların talep edebileceği bir haklar ve normlar bütününü ortaya çıkardı. Bu çalışma, uluslararası kuruluşların ve ülkelerin, devletlere sınırları içinde yaşayanlara temel hukuki korumaları yayma zorunluluğunu getiren antlaşmalar, sözleşmeler ve protokoller düzenlemek ve bunlarla ilgili gerekli değişiklikleri yapmak suretiyle, bugün de devam etmektedir.

Modern insan hakları hareketinin ilk aşaması büyük ölçüde entelektüel iken, ikinci aşaması siyasiydi. Bu ikinci aşamada hareket, büyüyen uluslararası normlar bütününü ulusal hukukun içine yerleştirmek için çalıştı. Gelişmiş dünyadaki münferit hükümetler siyasi, medeni ve ekonomik hakları koruyan reformları yasallaştırmaya başladılar. Örneğin, Güney Asya ülkeleri işyerinde köleliği yasaklayan yasalar çıkardılar; Afrika ülkeleri yüzlerce yıllık geleneksel kültürel uygulamalarından vazgeçerek, kadınlara toprak için mülkiyet ve miras ile geleneksel kadın sünnetinden muaf olma haklarını tanıdılar; Güneydoğu Asya hükümetleri kadınları ve kızları cinsel sömürüden ve kadın ticaretinden koruyucu yeni yasalar çıkararak kadının toplumdaki statüsünü yükselttiler; Latin Amerika ülkeleri ise uluslararası tutuklama ve gözaltı standartlarını benimsediler ve toprak reformu haklarını kanunlaştırdılar. Bu küresel siyasi hareket sonucunda, istismara uğrayan ve korunmasız yüz milyonlarca kişi, küresel adalet ve eşitlik standartlarından yerel hukuk çerçevesi içinde yararlanma hakkına kavuştular. Ne var ki, bu hakların yürütmeye koyulması işinin tamamen işlevsiz ulusal hukuki yaptırım organlarına bırakılması trajik bir ironidir. Gelişmekte olan dünyada çoğu adalet sisteminin kökeni, asıl işlevinin iktidardakilere -genellikle, sömürgeci devlete- hizmet etmek olduğu sömürge çağına uzanır. Sömürgeci güçlerin gitmesinden sonra, bunların yerini çoğunlukla otoriter hükümetler aldı. Bunlar, eski sömürgecilerin adalet sistemlerini devralarak, sömürgeci hükümetlerin yaptıkları gibi adalet sistemini kendi çıkarlarını ve güçlerini korumak için kullanmaya başladılar. Gelişmekte olan dünyanın polis ve hakimleri, sömürgecilik sonrası genel kamu hizmeti görevini yerine getirmek yerine, çoğunlukla elit kesimin dar çıkarlarına hizmet ederler. Dünyanın bu coğrafyasında adalet sistemleri hiçbir zaman yoksullara hizmet etmek için tasarlanmamıştır; bu da, yoksullara karşı suç işleyenleri dizginlemek için çoğu zaman güvenilir bir caydırıcı etkenin bulunmadığı anlamına gelir.

İşleyen adalet sistemleri bulunmadığı durumlarda, özel sektör bunların yerine geçecek mekanizmalar geliştirmiştir: Şirketler ve varlıklı kişiler güvenliklerini polise emanet etmek yerine özel güvenlik güçleri tutarlar; ticari ihtilaflarını, çalışmayan ve yolsuzluk yapan mahkemelere götürmek yerine alternatif ihtilaf çözme sistemleri geliştirirler; ve mali imkânları olanlar, hukuki meseleleri adalet sistemi içinde çözmek için avukatlara bel bağlamak yerine siyasi nüfuz arayabilir ve bazı durumlarda bunu parayla satın alabilirler. Toplumda başka güçlü aktörlerin baskısı olmayınca, elitleri yoksullara hizmet eden hukuk kurumları oluşturmaya teşvik edecek neredeyse hiç bir etken yoktur. Düzgün işleyen bir hukuk sistemi elitlerin gücünü sınırlamaktan başka bir işe yaramayacak ve önemli bir mali ve personel yatırımın yükünü de beraberinde getirecektir. Dolayısıyla elitler şimdilik, bunda böyle bir çabayı haklı çıkaracak ciddi menfaatler görmemektedirler: hatta tam tersine bu gruplar için sorun teşkil edecek olan işlemeyenden ziyade işleyen bir hukuk sistemidir. Küresel insan hakları için iki nesildir harcanan çabalar, gelişmekte olan dünyadaki adalet sistemlerinin etkinliğine ilişkin bilinçli ya da bilinçsiz yapılan varsayımlara dayanmaktadır. Ancak, bu sistemlerde etkin hukuki yaptırım olmadığı açıktır; bunun sonucunda, modern insan hakları hareketinin büyük hukuki reformları yoksullara çoğu zaman kâğıt üzerinde kalan boş vaatler sunmaktadır. Çeşitli Birleşmiş Milletler organlarını ve kuruluşlarını, bakanlıkları, sivil toplum örgütlerini ve münferit hukukçu ve akademisyenleri kapsayan insan hakları topluluğu, büyük ölçüde mağdurları korumak için vardır; bu özellikle, daha güçlü aktörleri mağdurlar lehine eylemde bulunmaya teşvik eden şeylerin çok az olduğu yerler için geçerlidir. Gene de, modern insan hakları hareketinin tarihi boyunca, bu topluluk gelişmekte olan dünyadaki yoksullar için çalışan adalet sistemlerinin kurulmasına yardımcı olma görevini büyük ölçüde ihmal etmiştir.

Zayıf Yaptırımların Ağır Maliyetleri
İnsan hakları hareketinin potansiyal gücünün tamamını kullanamamış olması geçen yarım yüzyıl içindeki muazzam katkılarına gölge düşürmemelidir. Bilim insanlarının iki nesil boyunca, korunmasız yüz milyonlarca insanın ölesiye ihtiyaç duyduğu ama erişemediği mucize aşılar geliştirmek ve bunları yüksek miktarlarda depolamak için canla başla çalıştıklarını farz edin. Başarılarını elbette kimse yadsıyamazdı ama etkin bir dağıtım sisteminin olmayışı, uluslararası kamu sağlığı dünyası için çözülmesi gereken acil ve önemli bir sorun oluştururdu. Benzer biçimde, insan hakları hukukunu geliştirmek ve detaylandırmakla geçen 60 yıldan sonra, elde edilen kazanımların çok azı bunlara en çok ihtiyaç duyan kişilere ulaşmaktadır. Yoksullar için işleyen adalet sistemlerinin olmaması, yarım yüzyıllık kalkınma çalışmalarını da tehlikeye düşürmektedir, zira iktidarda olanların kalkınma organizasyonlarının sağladığı mal ve hizmetleri ele geçirmelerini ya da bunlara erişimi engellemelerini önleyici etkin bir mekanizma yoktur. Yardım çalışmaları için ayrılan kaynaklar genellikle bunlardan yararlanması hedeflenen kesimlere hiçbir zaman ulaşmamaktadır. Dünya Bankasıʼnın bir araştırması, giden yardımların yüzde 85 kadar yüksek bir oranının amaçlanan hedeflerine ulaşmadığını saptamıştır. Kaybolup giden para ve malzemenin epeyce bir kısmının yolsuzluğa bulaşmış liderler ve üst düzey yetkililer tarafından hortumlandığına dair kuşku yoktur. Bununla birlikte, yerel topluluklara ulaşan kaynaklar da pek bir işe yaramamaktadır. Tarım araçları toprakları gasp edilmiş dul kadınların hiçbir işine yaramaz, rüşvet vermeyi reddettiği için hapse atılmış insanlara mesleki eğitimin faydası olmaz, yerel dispanserler hasta olduklarında bile fabrikadan ayrılmasına izin verilmeyen köle işçileri tedavi edemez ve yeni dikiş makineleri için verilen mikro krediler kazandıkları yerel polis tarafından çalındığında yoksullara hiçbir fayda sağlamaz.

Benzer biçimde, bu tür istismarları cezadan muaf tutma kültürü, gelişmekte olan dünyada yoksulların sağlık durumunu iyileştirme girişimlerini de baltalamaktadır. Örnek olarak, cinsel suçların halk sağlığı üzerindeki zararlı etkilerini ele alalım. 1994 tarihli bir Dünya Bankası raporu, gelişmekte olan ülkelerde kadınların bir istismarcının elinde ölme olasılığının kanserden ölme olasılığı kadar yüksek olduğunu tahmin ediyordu. Aynı rapora göre, söz konusu kadınların istismar sonucu iş görmez hale gelme ihtimali, trafik kazaları ya da sıtma sonucu iş görmez hale gelmeleri ihtimalinin toplamından daha büyüktü. Bu arada, Dünya Sağlık Örgütüʼnün 2002 tarihli bir raporuna göre, bazı ülkelerde yaklaşık üç kadından ikisi fiziksel saldırıya uğradığını, yaklaşık yarısı da ilk cinsel ilişkilerinin zorla olduğunu belirtiyordu. Sorun çok yaygın. Birleşmiş Milletlerʼin referans olarak belirttiği Hindistanʼdaki köylerle ilgili araştırmalar, 1990ʼlarda hamilelik sırasında meydana gelen anne ölümlerinin yüzde 16ʼsının ev içi şiddetten kaynaklandığını ortaya koymaktadır. Peruʼda, kızların yaklaşık yüzde 40ʼı 14 yaşına gelene kadar tecavüze ya da tecavüz girişimine uğrayacaktır. Güney Afrikaʼnın bazı kesimlerinde HIV virüsü taşıyan kadın ve kızların yüzde 78ʼi tecavüze uğradıklarını belirtmektedir; AIDS konusundaki eğitim programlarının bu kadın ve kızlara çok az yardımı dokunmaktadır. Cinsel suçların etrafındaki acı gerçeklerin gösterdiği gibi, gelişmekte olan dünyanın pek çok yerinde insan haklarının denetimsiz ihlali, sağlık, ekonomik verimlilik ve istikrar üzerinde yıkıcı etkileri ile birlikte yasaların uygulanmasına dair büyük bir boşluğu yansıtmaktadır.

Sonuna Kadar Gidemeyişin Nedenleri
Uluslararası insan hakları ya da kalkınma örgütlerinin hiçbiri değilse bile çok azı yoksullar için çalışan adalet sistemleri kurmaya odaklanmıştır. Birleşmiş Milletler, bazı hükümet kuruluşları ve insan hakları örgütleri, insan hakları ihlallerine dikkat çekme ve hukuki reformlar için lobicilik yapma konusunda önemli çalışmalar gerçekleştirseler de, hiçbirinin başarıları arasında gelişmekte olan dünyadaki yerel halklara etkin hukuki yaptırım sistemleri getirebilme ile ilgili birşey yoktur. Sorun, bu grupların adalet sistemlerinin işlemediğini görmemeleri değildir. Nitekim, bu grupların bünyesindeki bazı araştırmacılar onlarca yıldır sorunu titizlikle belgelemektedir. O halde, neden bu kuruluşlardan hiçbiri adalet sistemlerinin etkinleştirilmesini temel bir öncelik haline getirmemişlerdir?

Birincisi, uluslararası insan hakları ve kalkınma kuruluşları gelişmekte olan dünyada doğru düzgün işleyen adalet sistemleri kurmanın imkânsız olmasından korkuyor olabilirler. Gelişmiş ülkelerde söz konusu sistemlerin evrimi böyle bir korkunun yersiz olduğunu düşündürmektedir. ABDʼnin bundan bir asır önceki polis ve mahkemeleri, şimdiki profesyonelce yürüyen (her ne kadar mükemmel olmasa da) ve böyle olması doğal karşılanan ABD yasa uygulama sisteminden çok, bugün gelişmekte olan dünyada görülen adalet sistemlerine benziyordu. Örneğin, 1894 ve 1895ʼte New York Eyalet Senatosuʼndaki Lexow Komitesi, yüzlerce tanıktan, New York Kenti Polis Teşkilatıʼnın bulaştığı yaygın gasp, rüşvet, sahtecilik, seçmen yıldırma, seçim hilesi, işkence ve genel şiddet olaylarıyla ilgili deliller toplamıştı. Polis memurları açık açık, belli bir mevkiye ya da göreve tayinlerin parayla satın alınmasından bahsediyorlardı. En kârlı tayinler, polis memurlarının genelev sahiplerinin suç teşkil eden girişimlerini görmezden gelme karşılığında dolgun rüşvetler koparabildikleri genelevlerin bulunduğu bölgelere oluyordu. Bu kültüre, New York kentinde kayırma ve rüşvetle iş gördürülemeyecek polis ve mahkemeler kurmak için federal yönetimin desteğini kazanan, yerel kampanyacıların ve dışarıdan gelen kişilerin meydana getirdiği küçük bir topluluk meydan okudu. Benzer hareketler ABDʼnin dört bir yanında başka kentlerde de gelişti; bugün gelişmekte olan ülkelerdeki adalet sistemlerinin yetersizlikleri de aynı şekilde aşılabilir. Yolsuzluk, yandaşçılık ve hırsızlığın egemen olduğu adalet sistemleri kendi kendilerine değişmezler; bunun için dış baskı ve kaynaklar gerekir.

İkincisi, uluslararası insan hakları ve kalkınma kuruluşları Birleşmiş Milletler ve Dünya Bankası gibi daha büyük organların zaten bu tür çabalarda bulunduklarını düşünüyor olabilirler. Ancak, yoksul ülkelerde düzgün işleyen adalet sistemlerini geliştirmeye yönelik sürdürülebilir çabalar pratikte nadiren denenmiştir. Son zamanlarda, Afganistan ve Irak gibi çatışmadan çıkmışülkelerde, bu sistemleri ulus inşa etme stratejilerinin parçası olarak kurmaya yönelik bazı çabalar görülmektedir. Bu çabalar, adalet sistemlerinin sosyo-ekonomik ilerleme için temel oldukları gerçeğinin, daha fazla idrak edildiğini göstermektedir. Ne var ki, Bolivya, Hindistan, Endonezya, Kenya ya da Filipinler gibi gelişmekte olan daha istikrarlı ülkelerde henüz benzer yatırımlar gerçekleşmemiştir.

Geleneksel kalkınma faaliyetlerine- sağlık hizmetlerinin düzeltilmesi, gıda dağıtımı, suya erişimin sağlanması, finansal sistemlerin güçlendirilmesi vb.- adalet sistemlerinin desteklenmesinden çok daha fazla para, entelektüel çaba, mesleki yatırım ve siyasi ve diplomatik sermaye adanmıştır. Örneğin, Afganistan ve Irak hariç, ABD geçen seneki yabancı yardım bütçesinin yüzde 1,5ʼinden azını hukukun üstünlüğünü tesis etme programlarına ayırmıştır.

Bağışçı ülkeler gelişmekte olan ülkelerde hukuki yürütme eğitimine yatırım yaptıklarında, genellikle uyuşturucu, silah kaçakçılığı ve terörizm gibi uluslarüstü cezai meselelere odaklanmaktadırlar. Bu tür girişimler, küresel yoksullar için yasal korumaların olmamasından kaynaklanan günlük mücadeleleri büyük ölçüde göz ardı etmektedir. Ve hukukun üstünlüğünün sağlanması, yolsuzlukla mücadele ve iyi yönetişim programlarına destek sağlayan sınırlı fon temini, genellikle, yardım olarak verilen dolarların çalınmasını ya da zimmete geçirilmesini azaltmaya ya da iş dünyası ve ticaret için yasal korumaların güçlendirilmesine odaklanmıştır. Bağışçıların yerli halka hizmet amacıyla adalet sistemlerine yatırım yaptıkları ender örneklerde de, yatırımlar küçük, münferit ve etkisiz olmuştur.

Yoksullar İçin Sosyal Hizmet Görevlileri
Modern insan hakları hareketi odak noktasını hukuk reformundan hukukun yürütülmesine kaydırarak yeni bir devir açmak zorundadır. Başka bir deyişle, insan haklarını toptancılıktan perakendeciliğe geçirme zamanı gelmiştir; artık zaman, ulusal hukuk ambarlarında depolanmış insan hakları vaatlerini alıp adalet için sırada bekleyen yoksullara dağıtma zamanıdır. Kabul etmek gerekir ki, gelişmekte olan dünyada düzgün işleyen adalet sistemleri yaratmak zor olacaktır. Bu, siyasi irade, tuttuğunu koparma gücü, yerel bilgi ve yaratıcılık gerektirecektir. Yerel düzeyde, girişimlerin yasaları yoksullar adına uygulayacağı varsayılan polisin, savcıların ve hakimlerin kapasitesini ve siyasi iradesini güçlendirmeye odaklanması gerekmektedir. Bu doğrultuda, küçük rüşvet olaylarını azalmaya yetecek kadar yüksek ücret veren polis ve adalet birimlerinin kurulmasına mali destek; polise, savcılara, sosyal hizmet görevlilerine ve hakimlere işlerini yürütmeleri için gereken temel ihtiyaçlarını karşılayabilecek maddi kaynaklar; pratik sosyal hizmet eğitimi; yoksullara hukuki yardım ve sosyal hizmetler sağlanabilir. Bunlar elbette pahalı yatırımlar olacaktır ancak hükümetlerin kalkınma yardımlarına harcadıkları trilyonlarca dolar içinde küçük bir oranı temsil edeceklerdir; ayrıca, yoksullar için etkin hukuki yürütme sistemlerinin olmadığı aşikar iken, bu yardımların uzun vadeli faydaları da sorgulanmaya açıktır. Aslında, hukukun üstünlüğünü sağlamak için verilen destek ve kalkınma yardımları karşılıklı olarak birbirini güçlendirir: gelişmekte olan dünyada işleyen adalet sistemleri olgunlaştıkça, yoksullar kendileri için yapılan muazzam kalkınma yatırımlarının faydasını her bakımdan görmeye başlayacaklardır.

Devlet düzeyinde, yardımın hem siyasi iradeyi, hem de yönetici elitlerin mevcut kanunları uygulatma kapasitesini güçlendirmeye odaklanması gerekmektedir. Bu yardım, otoriteleri altındaki geniş hukuk yürütme kadroları adına için gündem oluşturan politika belirleyicilere, siyasetçilere ve diplomatlara ulaşmayı hedeflemelidir. Bu yönde ilerleme sağlamak için, gelişmiş ülkelerdeki hükümetler uluslararası kalkınma yardımlarını gelişmekte olan ülkelerdeki hükümetlerin adalet sistemlerini geliştirme istekliliği ile ilişkilendirmelidirler. Böyle bir stratejinin bir örneği, ABD Kongresiʼnde şimdiden geliştirilmektedir: Çocuk Koruma Anlaşması Yasası, ABD hükümetinin çocuk kaçakçılığına karşı etkin araçlarla mücadele kararlılığını kanıtlamış olan gelişmekte olan ülkelere hibe yapmasına izin verecektir. Benzer biçimde, ABD hükümeti ve gelişmiş dünyadaki başka hükümetler, yoksulları istismardan ve şiddetten koruma kapasitelerini geliştirme konusunda isteksizlik gösteren ülkelere yaptıkları yardımları kesmeli ya da sınırlamalıdır; bu adımın atılması yaygın hukuksuzluk söz konusu yardımların boşa gitmesine sebep olduğu için bilhassa önemlidir.

Merkezi ve yerel yönetimlerin reform yapmaya istekli olduğu yerlerde, uluslararası kuruluşlar yardıma hazır olmalıdırlar. Umut verici bir model "işbirliğine dayalı sosyal hizmet" olarak adlandırılmaktadır. Bu gibi programlarda, insan haklarıyla ilgilenen avukatlar ve yasa uygulayıcı profesyoneller şiddet mağdurlarını tespit etmek, bunları suç işleyen baskıcı işletmelerden uzaklaştırmak ve faillerin yerel adalet sisteminde takibatına destek olmak için yerel yetkililerle birlikte çalışmaktadır. Uluslararası Adalet Kurulu (IJM) son on yılda işbirliğine dayalı sosyal hizmet yaklaşımına öncülük edilmesine destek olmuş ve yoksullara karşı binlerce şiddet vakasının takibatı için yerel otoritelerle birlikte çalışmıştır. Vaka odaklı bir yapılanma - ister IJM gibi bir sivil toplum örgütü olsun, ister bir Birleşmiş Milletler bürosu ya da bir hükümet birimi olsun- belli bir coğrafi bölge seçerek hedeflenmesi yerel siyasi düzeni tehdit etmeyecek ve göreceli olarak tartışmaya neden olmayacak tek bir istismara odaklanabilir. Örneğin, bir kentte otoritelerin çocuklara yapılan cinsel şiddete karşı yürüttüğü mücadeleye destek verebilir.

İşbirliğine dayalı bu sürecin parçası olarak, vaka odaklı bir yapılanma, yerel polisin, savcıların ve mahkeme görevlilerinin adli kapasitesini ve suçla mücadele kabiliyetini güçlendirir. Örneğin, vaka bazlı olarak çocuk tecavüzlerini tespit eder ve adalet sistemindeki engellerin ya da dar boğazların aşılması için ilgili yetkililerle birlikte çalışılabilir. Vaka odaklı bir yapılanma, çok mecbur olmadıkça ehil ya da dürüst olmayan görevlileri halk önünde küçük düşürmez; bunun yerine onları profesyonel yöntemler konusunda eğitir ve iyi işler yaptıklarında da halktan takdir almalarını kolaylaştırır.

Gelişmekte olan dünyada tüm kamu yetkililerinin iflah olmaz derecede yozlaşmış, ilgisiz ve hoyrat oldukları kesinlikle doğru değildir. Vaka odaklı modelin başarılı olduğu yerlerde -IJM önderliğindeki iki yıllık işbirliğine dayalı sosyal hizmet çalışmasının seks ticaretindeki çocukların mağduriyetinde yüzde 70ʼlik bir azalmayla sonuçlandığı Filipinlerʼdeki Cebu gibi- bu başarı, cesur ve yetkin yerel yetkililer sayesinde gelmiştir. Böyle çözüm ortaklıkları mevcuttur; yerel yetkililerin sadece siyasi desteğe, eğitime ve kaynaklara ihtiyaçları vardır. Yetki verildiğinde, yerel hukuk yürütücüleri çocuk tecavüzü gibi ciddi suçları önemsiz saldırılar olarak görmeyi bırakırlar. Bunun yerine, bu tip suçlarla mücadele çabasına özel eğitim verilir, uluslararası kaynaklar aktarılır ve böylece profesyonel bir yaklaşım sağlanır. Yetkililer bir zamanlar göz ardı edilen vakaları başarıyla çözüp kovuşturdukça, yoksullar ve yeterince temsil edilmeyenler daha fazla adalet istemektedir. Aynı zamanda, orta sınıflar arasında hukukun üstünlüğü talepleri yeniden canlanmakta, bu taleplerin cesaretlendirdiği yerel liderler boy göstermekte ve süreci engelleyenler ise marjinalleşmeye başlamaktadır.

IJM son on yılda, Afrika, Asya ve Latin Amerikaʼdaki yoksul ülkelerde yaşayan yaklaşık 15.000 bireysel müvekkiline hukuki destek sağlamak için bu modeli kullanmıştır. Daha fazla kaynak ve yatırımla, bu yaklaşımın daha geniş bir ölçekte işlememesi için hiçbir engel bulunmamaktadır. Bir istismar kategorisine karşı koruma sağlamak için yerel görevlilerle birlikte çalışmak, söz konusu görevlilere deneyim, müttefikler, kazanımlar ve özgüven sağlamakta, bu da adalet sisteminin, toprak gaspları, zorla çalıştırma, ev içi şiddet, kanunsuz gözaltı ya da polis zulmü gibi başka istismar türlerine karşı çalışmasına olanak vermektedir.

Bu hedefi gerçekleştirmek için, insan hakları ve kalkınma topluluklarının kendilerini yeniden yapılandırarak, işlemeyen adalet sistemlerinin arızalarını teşhis edip onaracak tecrübeye ve teknik birikime sahip olanları bünyelerine almaları gerekecektir. Kuşkusuz, bu uzmanlar hazır cevaplarla ya da hızlı çözümlerle gelmeyeceklerdir, ama önce nereye bakmaları gerektiğini bilecek ve neyin önemli neyin önemsiz olduğunu göreceklerdir. Ve kalkınmakta olan ülkelerde yolları onarmaya, sağlık sistemlerini iyileştirmeye, temiz su sağlamaya ve okullar inşa etmeye ayrılan para ve zamanın küçük bir yüzdesiyle bile, yoksulların böyle bir kalkınma yardımından istifade etmelerini sağlayacaklardır. Hukuksuzluğun ağırlığı altında ezilmekte olan dünyadaki milyarlarca yoksul için bir adalet kalkanı oluşturma zamanı artık gelmiştir.





The Council on Foreign Relations Bu içeriğin telif hakkı Foreign Affairs’e aittir. Foreign Affairs, Global İlişkiler Forumuʼna (GIF) bu içeriği tercüme etme ve GIF internet sitesinde yayınlama hakkını vermiştir. Foreign Affairs ve GIF bağlı kurumlar değildir. Foreign Affairs, GIF sitesinde yayınlanan içerikten sorumlu değildir, ifade edilen fikirler ile ilgili bir pozisyon aldığı sonucu çıkarılamaz. Aynı şekilde, GIF Foreign Affairs sitesindeki içerikten sorumlu değildir.
X