GIF Yönetim Kurulu üyesi Sayın Sönmez Köksal (Eski MİT Müstaşarı, Emekli Büyükelçi), Hürriyet Daily News ile yaptığı söyleşide, PKK sorunu ve Kürt meselesine yönelik politikalara dair görüşlerini paylaştı.
Kürt sorununda hem içeri hem de dışarıya baktığımızda, "1990’lara geri mi dönüyoruz" gibi bir görüş ifade edilir oldu. Bu görüşü paylaşıyor musunuz?
Dış koşullar itibarıyla belki böyle bir iddiada bulunulabilir, ama 1990’larda Türkiye bugün içinde bulunduğumuz demokratizasyon noktasında değildi ve öncelikle askeri yöntemler üzerinde duruluyordu, bir güvenlik sorunu olarak görünüyordu. Halbuki günümüzde ikili bir yaklaşım var, bir taraftan hukuki altyapı güçlendirilirken, bir taraftan da ülkenin bütünlüğünü hedef alan terörle askeri yöntemlerle de mücadele ediliyor. 90’lı yıllarda bu tek yönlü idi. Şimdi konunun güvenlik boyutunun yanı sıra Kürt sorunu dediğimiz bir sorunun halledilmesine yönelik bazı önlemler sorgulanıyor. Bir yandan çözüm arayışlarında barışçıl yollar zorlanırken, diğer yandan silahlı bir örgüte karşı yürütülmesi gereken silahlı mücadele devam ediyor.
Askeri boyutun diğerinin önüne geçtiği izlenimi var...
Ama resmi ağızdan yapılan açıklamalar, siyasi iradenin nasıl bir yol izleyeceğinin ipuçlarını veriyor. Terör örgütünün maliyeti boyutlanarak devam edince devletin kendisini koruma refleksi harekete geçiyor. Terör eylemlerine sadece hukuki önlemlerle karşı çıkmak mümkün değil. Hem PKK hem de PKK’nın siyasi alanda kısmen ifadesini bulan siyasi yapılanma, Kürt halkının tamamını temsil etme iddiası içinde. Hükümet bunun böyle olmadığını, hukuki alanda alınacak tedbirlerle ortaya koyabilir. Sanırım yeni bir açılım söz konusu olacak. Yeni bir anayasaya söz konusu. Lisan konusunda, yerel yönetimlerin daha güçlenmesi konusunda engellerin kaldırılması ve bu önlemler daha geliştikçe, terörün hareket alanının daraltılması amaçlanıyor. Bunun zaten böyle olması gerekiyor. Diğer ülkeler de böyle yapmışlar; demokrasiyi ileri götürerek, hakların vatandaş olarak sonuna kadar kullanılması imkanı yaratmışlar, ama buna rağmen terör devam ediyorsa onunla da mücadeleye devam etmişler.
Güvenlik ayağında nasıl bir tablo görüyorsunuz?
Burada, dış koşullar konusu devreye giriyor. Bu olay sadece Türk topraklarında yaşanmıyor. Yakın coğrafyamızda yaşanan sıcak olaylar zinciri var. Suriye-Irak-İran bağlamında çıkacak olası krizler ve gerginliklerin ışığında değerlendirmelerin yapılması gerekir.
Bu sözlerinizden ilişkilerimiz bozulduğu için Suriye ve İran’ın PKK kartını daha fazla kullanacakları sonucunu mu çıkartmak gerekir?
Otomatik olarak bu sonuca varmak istemem. Çok daha kaygan bir zemindeyiz. Hatta 1990’lardan bile daha hareketli, kaygan ve nereye gittiğini bilemediğimiz bir bölgeyle karşı karşıyayız. Suriye’deki olayların nasıl gelişeceği konusunda bir şey söylemek mümkün değil. Suriye Kürt sorununda hem kendi içindeki Kürt nüfusu nedeniyle hem de bu sorunu Türkiye’ye karşı diplomatik araç olarak kullanması nedeniyle bu sorunun hep içinde oldu.
Irak’ın ABD güçlerinin çekilmesiyle yeniden şekillenmesi söz konusu. Kürt bölgesel yönetiminin Sünni güçlerle işbirliği nereye kadar gider, Irak parçalanmaya doğru gider mi gibi sorular var. İran’ın da Suriye ve Irak’ta olan bitene bakış açısı var. Çok bilinmeyenli bir denklemde Kürt sorunu aslında küçük bir unsur. Asıl büyük olay Türkiye ve bölgenin geleceğini etkileyecek gelişmeler Suriye-Irak-İran üçgeninde yaşanacak.
Olası senaryolar neler?
Bir iki senaryo ile yola çıkmak mümkün değil. Bir sürü dinamik faaliyete geçti geçecek. Arap uyanışı öyle bir süreç başlattı ki, beş perdeli bir dramın ilk sahnelerini görüyoruz. Olayların nasıl bir yöne kanalize olacağına dair bir fikrimiz yok. Suriye, Irak ve İran’daki süreçlerin nereye gideceğine dair o kadar çok bilinmeyen var ki. Bu kaçınılmaz olarak Türkiye’yi etkileyecektir. Bu bilinmezlik içinde Kürt unsuru Türkiye’nin aleyhine kullanılacak bir unsur olarak ortada duruyor. Bu olaya sadece bir Kürt başkaldırısı, insan hakları sorunu olarak yaklaşmak yanlış. Bu Türkiye’ye karşı kullanılmış kullanılan bir araç. Bugünkü durumu da 90’lardan daha tehlikeli olarak görüyorum.
Bunu açar mısınız? Örneğin, Suriye içerde bu kadar sıkıntı içindeyken, Kürt kartını kullanıp Türkiye’yi karşısına almak ister mi?
Burada iki unsur var. Birincisi, kendi ülkesindeki Kürt nüfusun nasıl hareket edeceği konusunda ipucu yok. Gayet suskunlar. Diğer ülkelerde olan biteni gördük. Yönetim kadrolarının ölüm kalım savaşı verdiği noktada neyi nasıl kullanacağını tahmin etmek mümkün değil. Gücü nedir, etkili olur mu olmaz mı, tabii sadece Suriye’ye değil, Suriye’yi kaybedince stratejik olarak etkilerini kaybedecek olan İran gibi güçlere bakmak lazım. Bir de tabii Türkiye’nin yükselen profili, yükselen bir güç olarak artan etkinliğinin yarattığı rahatsızlıklar da var.
Esad rejimiyle ilgili öngörüleriniz neler?
Ben Bağdat’ta görev yaptığım için Baas partisinin iktidar oluşumunu mekaniğini yakından biliyorum. Irak Kuveyt’e 1990’da girdi ama Saddam 2003’te devrildi. Bu rejimler çok güçlüdür. Tabii 2011’deyiz, sosyal medya etkisi var, kitleler daha çabuk hareket edebiliyor. Süre vermek istemem ama bu kadar çabuk yıkılacağını sanmıyorum. Suriye rejimi bölgesel global bazı aktörler için jeopolitik önemde, bundan kolay kolay vazgeçeceklerini sanmıyorum.
Terörün güvenlik boyutunda, meseleyi orduya ihale etmeyip, sivil güvenlik birimlerinin rolünün artırılması gibi bir yaklaşım benimsendiği görülüyor. Bu doğru bir yaklaşım mıdır?
Doğru yolda atılmış bir adım olduğu muhakkak. Bir kere kurumlar arası ilişkiler geçmişe oranla çok daha farklı bir boyuta geldi. İşbirliği, ortak eylem planlamak, yürütmek gibi, kimsenin kimseye bir şey dikte etmediği ama ortak aklın şekillendirdiği politikalar; bunlar tabii özlenen şeyler; Türkiye’de yeni yeni yaşamaya başladığımız ve Türkiye’nin de gücünü de artıracak tutumlar. Özel harekatçıların, jandarmanın ve TSK’nın işbirliği ile istihbarat konusunda ayrımcılığın ortadan kalkarak aynı sepetten istihbaratın dağıtılıyor olması, tüm bunlar, Türkiye’nin mücadelede elini güçlendiren yaklaşımlar.
Ama Uludere olayı istihbarat konusunda hala bir sıkıntı olduğunu göstermiyor mu?
Sanmıyorum. Açıklamaları dinledim. Tabii kaçınılmaz olaylar var. Sadece insansız hava aracıyla, tamamen teknolojiyle istihbarat elde edilince, yani insan unsuru katmayınca, bu tür hataların yapılması kaçınılmaz. Sadece insansız hava aracı değil, elektronik dinlemeye dayalı istihbaratta da öyle. Bilerek hata yaptırmaya dönük metodlar vardır. Sadece ona kanarsanız, hata yaparsınız. İnsan istihbaratı ile birleştirerek, kontrol ederek şekillendirmek lazım ama bu da her zaman kolay bir şey değildir.
Uludere’de farklı istihbaratlar da söz konusu galiba...
Hem teknolojik hem de insani istihbarat açısından her iki yoldan da çalışma yapılmış. Ona rağmen hata var. Kurumlar haber kaynakları tarafından yanıltılabilirler. Tahkikat bunu ortaya çıkaracaktır. Metod olarak en uygun olanı kullanılmış ama sonuç ortada. Ama 35 kişi pekala karakol basmak için bölgeden geçiyor olabilirdi. Bu terörle mücadelenin istenmeyen sonuçları.
Siz girdiğinizde muhtemelen MİT askerlerin yoğunlukta olduğu bir kurumdu. İstihbaratın sivilleşmesinden mi bahsediyoruz?
Tam öyle değil. Çeşitli kaynaklardan bilgi gelir. O bilgilerin kurumların kendi içinde saklamadan paylaşması meselesi var. Bu paylaşma sorunu sadece Türkiye için değil dünyadaki tüm istihbarat kurumlarının sorunudur. İstihbarat kiminle paylaşılacak. Son derece kıskançtırlar. Türkiye bu anlamda dünya ortalamasının ile aynı düzeyde. Bu biraz da kaçınılmaz bir durum. Şimdilerde daha büyük bir ortak gayret var, bilgilerin daha fazla paylaşılması aşamasına gelindi gibi görünüyor.
Bu noktaya nasıl varılmış olabilir?
Karşılıklı anlayışın gelişmesi ve tabii siyasi otoritenin bunu istemesi, empoze etmesi, hükümetin bu böyle olacak şeklindeki bir tavrı ortaya koymasıyla oldu. Siyasi iktidarın neyi istediğini kesin bir tavırla ortaya koyması tüm bu kurumların faaliyetlerini şekillendirir. Bu böyle olacak deniyor ve böyle bir irade ortaya konuyor bunun dışına çıkmak mümkün değil. Çekişmeler olur, siyasi otorite bunu görür, çözüme doğru zorlar kurumları. Onun için de bir siyasi otoritenin, başbakanın bu konuya önem vermesi lazım.
Bu anlamda askerin istihbarattaki konumunun farklılaşması mı söz konusu?
Haber kaynakları, silahlı kuvvetlerin de var jandarmanın da. Tüm mesele MIT’le beraber onun bir havuzda birleştirilmesi, bilgi kaynaklarından akan bilginin ortak bir sepette toplanması. Yasal olarak MIT devlet çapında istihbarat yapmakla yükümlü olan kurum ve tüm istihbaratın onda birleşmesi lazım. Geçmişte fiiliyatta bazı gelişmeler olmuş zaman içinde. Şimdi yasanın özüne dönülmüş oluyor. Mesela GES Komutanlığıʼnın bağlanması gibi. 2937 sayılı yasanın gerektirdiği koşullara dönülüyor.
Eskiden sivil-asker çekişmesi vardı. Şimdiyse sivil-sivil çekişmesi, MIT’le emniyet çekişmesi var deniyor.
Bilmiyorum ama sonuçta Başbakan’ın ve İçişleri Bakanı’nın alacağı tavır çok önemli. Kurumlar bir noktaya kadar bağımsız davranabilirler, neticede hükümete bağlıdırlar.