Hindistan Ulusal Kongresi önderliğindeki merkez sol partilerden oluşan Birleşik İlerici İttifak 2009’da ikinci kez iktidara geldiğinde, Hindistan’da hiçbir şey ters gitmeyecek gibi görünmekteydi. Küresel krizin en kötü döneminde ekonomi yıllık yüzde yedi gibi hızlı bir büyüme gerçekleştirmişti ve daha da hızlanmaktaydı (büyüme 2010’da %10,4’e ulaşmıştı). Enflasyon düşüktü, yetkililer nihayet Hindistan’ın toplumsal sorunlarını ciddiye almaya başlamıştı ve dünyanın en büyük demokrasisinde siyaset, çekişmeli ancak dayanıklıydı. Hatta dünyanın geri kalanı bu ülkeye ciddi bir küresel güç olarak bakıyordu. ABD Başkanı Barack Obama 2010 yılının Kasım ayında Hindistan parlamentosuna, “Hindistan yeni yeni gelişmiyor, Hindistan zaten gelişmiş durumda.” demişti.
Bundan yalnızca iki yıl sonra Hindistan’ın büyümesi yavaşladı, dış ticaret açığı büyüdü ve enflasyon, 2010 başından 2012’nin başına kadar düştükten sonra yeniden yükselişe geçti. Daha kapsayıcı bir ulus kurma planları sekteye uğradı. Gelir eşitsizliği arttı. Laveesh Bhandari ve Suryakant Yadav adlı ekonomistlere göre şehirlerdeki Gini katsayısı (bir eşitsizlik ölçüsü; 0 mutlak eşitliği, 1 ise mutlak eşitsizliği göstermektedir.) 2005’te 0,35’ten bugün 0,65’e yükseldi. Su, sağlık ve hijyen gibi temel hizmetlere erişim ise maalesef hala son derece yetersiz. Bununla beraber, ülkenin demokrasisi ağır ağır yoluna devam ediyor; ancak liderliğin olmadığı bu ortamda politika oluşturma süreci yavaşlayarak durdu. Görünüşe göre Hindistan, yükselmesi neredeyse kesin gözüyle bakılan bir ülke olmaktan çıktı ve analizci Ruchir Sharma’nın Breakout Nations’da da belirttiği gibi, “yüzde elli – yüzde elli”lik bir bahis haline geldi.
Yine de, Hindistan’ın ekonomik performansındaki değişim, 2009 ve 2012 yılları karşılaştırıldığında ortaya çıkan tabloda olduğu kadar keskin değil. Ekonomi hep sorunluydu; 2009’da yapılan yanıltıcı tanıtım aslında bir dizi zayıflığı gizlemişti. Önceki yıllarda ekonomik liberalleştirme adına atılan bazı adımlara rağmen; varlığını halen sürdüren bir dizi mevzuat düzenlemesi, Hindistan’ı pek çok şirket için elverişsiz bir ülke haline getirmekteydi. Buna ek olarak ülkenin GSMH’sinin yaklaşık %15’ine tekabul eden ve işgücünün yaklaşık %50’sini barındıran tarım sektörü, sürekli bir endişe kaynağıydı. Katı iş kanunu, çevre ile ilgili düzenlemelerin tutarsız bir şekilde uygulanması ve keyfi istimlakler gibi kısıtlamalar, üreticilerin talepte meydana gelen değişimlere yanıt vermesini zorlaştırmaktaydı. Hindistan’ın yoksul nüfusu ve çiftçileri üzerinde ağır bir yük oluşturan gıda fiyatlarındaki dalgalanmaların ise ekonomiyi rayından çıkarması an meselesiydi.
Yine de Hindistan hakkındaki mevcut karamsarlık, bazı güçlü yanların hafife alınmasına yol açıyor. 2009’dan beri bazı göstergelerin kötüye gittiği doğruysa da, Hindistan’da hane tasarruf oranı %30’ların üstünde kaldı (ABD’de bu oran %5’in altında). Hindistan’ın Merkezi İstatistik Kurumu’na göre ülkenin kişisel tüketim miktarı %60 civarındadır (Çin’inki %48). Bu somut veriler; Hindistan’ın ekonomik iniş-çıkışlarının halkı çok fazla zorlamadığını, ekonomik açıdan zor bir dönemden geçerken birikimlerini harcamak zorunda bırakmadığını ve halkın mal ve hizmetler için duyduğu iştahı da henüz köreltmediğini gösteriyor. Hindistan’daki şirketler de varlıklı olmakla beraber, zamanlamanın doğru olduğuna inandıkları anda yeni işgücüne, makine ve teçhizat veya üretim süreçlerine hızla yatırım yapabilecek durumdalar. Hükümetin halen vergi toplamayı daha verimli hale getirmek için atabileceği pek çok adım bulunuyor, dolayısıyla halk üzerindeki yük artırılmadan kamu harcamalarının daha büyük bir kısmı finanse edilebilir. Bunun ötesinde, ülkenin en fakir ve en dışlanmış insanlarının sahip olduğu iyimserliği de göz ardı etmemek gerekir. Büyüme onlara yeni fırsatlar sundu ve bu kişilerin mensubu oldukları kast ile tercih edebilecekleri meslek seçenekleri arasındaki ilişki zayıflamayı sürdürüyor. Ayrıca eğitimin sağlayacağı ekonomik faydalara da inanmaya başladılar ve çocuklarını iyi özel okullara göndermek için olağanüstü paralar harcıyorlar.
Başka bir deyişle, tıpkı 2009’da olduğu gibi Hindistan hala dünya ekonomisinin ağır sıkletleri arasına katılmayı kesinlikle başarabilecek durumda. Ne var ki ülkenin politikaları buna engel teşkil ediyor.
FAZLASIYLA BÜYÜK BEKLENTİLER
Hindistan’ın ekonomik geleceğiyle ilgili sıkıntı, bir anlamda, ölçüsü kaçan beklentilerden kaynaklanıyor. Hindistan’ın GSMH büyümesi 2010’da yüzde onu geçtiğinde, Hindistan’da pek çok kişi ekonominin sonraki yıllarda da aynı hızda büyümeyi sürdüreceğini öngördü. Yoksullukla mücadelede kaydedilen sürekli ilerleme göz önünde bulundurulduğunda, Hindistan’ın kısa bir süre sonra kapsayıcı ve hızla büyüyen bir demokrasi olacağı ve dünya çapında bir model teşkil edeceği düşünülüyordu. Mevcut durum itibarıyla, Hindistan ekonomisinin yıllık büyümesinin yüzde altı gibi düşük bir seviyede gerçekleşeceğinin öngörülmesiyle, bu umut söndü. Uluslararası standartlara göre bu tabii ki küçümsenmemesi gereken bir başarı; ayrıca yüzde onluk bir büyümenin sürmesini beklemek zaten daha başlangıçta hiçbir şekilde gerçekçi değildi. Yine de Hindistan’ın daha iyisini yapamaması için hiçbir neden yok. Yapamıyor oluşu ise; ülkenin geleceğine gölge düşürüyor.
Ancak halkın, bizzat hükümet tarafından harekete geçirilmiş bazı makul ekonomik beklentileri de vardı: Şimdi başbakan olan Manmohan Singh, 1990’ların ilk yarısında maliye bakanıyken, ülkede yeni bir tür toplumsal sözleşme yaratmayı hedefleyen bir dizi ekonomik reforma öncülük etti. Onun yol göstericiliğiyle devlet, özel girişimler üzerindeki yerel kontrolleri kaldıracak, Hindistan’ı yavaş yavaş dünya ekonomisine entegre edecek, vergi ve gümrük yapılarını makul hale getirecek ve düzenlemelerin saydamlaşmasını sağlayacaktı. Bu sayede ortaya çıkacak büyümenin herkesin yararına olacağını vaat ediyordu. Ülkenin vergi tabanını genişletecek ve devlet gelirlerini büyük oranda artıracaktı. Bu kaynaklar da yoksullar için sağlık, eğitim ve altyapının iyileştirilmesine yönelik yapılan harcamalara aktarılabilecekti. Er ya da geç, bu kesim de Hindistan’ın ekonomi makinesinin üretken bir parçası haline gelecekti.
Ama Hindistan’ın toplumsal sözleşmesi planlandığı biçimde sonuçlanmadı. Yavaşlayan büyüme, artan faiz oranları ve yükselen enflasyonun yanı sıra, rupi geçtiğimiz yazdan bu yana yüzde 20 civarında değer kaybetti. Hükümet akıllıca politikalar benimser ise; ekonomi hala düzelebilir. Ancak Yeni Delhi’nin ne kadar genişlemeci bir para politikası izlemek istediğini belirtmesi gerekiyor. Seçimler ve bedelleri konusunda ise kararsız bir görünüm sergiliyor: yıllık yüzde altı büyüyen ve enflasyonu yüzde dört olan bir ekonomi mi, yoksa yılda yüzde sekiz büyüyen ve enflasyonu da yüzde sekiz olan bir ekonomi mi tercih etmesi gerektiğinden emin değil. Yüzde sekizlik enflasyon makul olamayacak kadar yüksek gelebilir; ama kötünün iyisi de sayılabilir: işsizlik düzeyini sabit tutmak için işgücüne katılan yeni işçilere hiç değilse yeterince iş olanağı sağlamak amacıyla Hindistan ekonomisi yılda yüzde yedi ya da sekiz büyümek zorundadır. Yeni Delhi niyeti konusunda kesin bir sinyal verene kadar, şirketler, gelecekle ilgili tahminler yapmak ve ellerindeki nakit parayı yatırıma dönüştürme konusunda baskı altında olacaklardır.
Singh’in reformları, Hindistan’ın ekonomik politikalar oluşturma konusunda daha şeffaf olacağını düşündürmüştü. Ancak son iki yılın en rahatsız edici gelişmelerinden biri, Maliye Bakanlığı’nın bu taahhütten geri adım atması oldu. Son dönemdeki iki gelişme bu eğilime örnek teşkil etmektedir. İlk olarak, bu yılın başlarında hükümet, kamuya ait Oil and Natural Gas Corporation’ın (ONGC) hisselerini satmak istedi; ama gerçek alıcı çıkmadı. Bunun üzerine Mart ayında, yine kamuya ait Life Insurance Corporation of India’yı, ONGC’ye yatırım yapma hususunda ikna etti. Bu yatırım finans çevrelerinde kızgınlık yarattı ve Moody’s Life Insurance Corporation’ın kredi notunu Baa2’den Baa3’e düşürdü. İkincisi, Mayıs ayında Yeni Delhi, İngiliz Telekom şirketi Vodafone’un bir Hindistan telefon şirketini satın alışını geriye dönük olarak vergilendirmeye karar verdi; bu hamle hala tartışılıyor, fakat kararın, geçerli olursa, 2-4 milyar dolar arası bir gelir yaratması tahmin ediliyor. Bu durumun yabancı yatırımcı için ne anlama geldiği yoğun biçimde tartışılıyor. Bu tür yatırımlar her zaman şeffaflık ve açık düzenlemelere bağlı değildir. Örneğin Çin, ikisinin de eksikliğini pekala örtbas edebiliyor. Ancak ekonomik açıdan henüz Çin kadar dinamik olmayan Hindistan’da pek çok kişi, bu tür keyfi müdahalelerin yabancı yatırımı korkutacağı endişesini taşıyor.
Dahası, hükümetin bütün Hintlilerin faydalanabileceği bir büyüme için gösterdiği kararlılıkta tutarsızlıklar göze çarpıyor. Yeni Delhi, en nihayetinde girişimciliği artıracak ve Hindistan ekonomisine dinamizm ve büyüme getirecek uygun ortamı küçük şirketlere sağlamak yerine, büyük şirketlerin hayatını kolaylaştırmak için elinden geleni yapıyor. Krediye kolay erişim, enerji santrali tahsisi ve kur oynamalarına karşı koruma sağlıyor. Hindistan’ın maden, inşaat ve altyapı gibi büyük iş sektörleri, aynı zamanda ülkede yolsuzluğun en çok görüldüğü sektörler olduğu için bu durum büyük bir sorun teşkil ediyor. Hükümetin bu şirketlere destek olması, kamuoyunun kapitalizme verdiği kırılgan desteği yıpratmaya başlıyor ve kapitalizmi yolsuzlukla bağdaştıran eski anlayış geri dönüyor.
İşin toplumsal boyutunda ise karmaşık bir görüntü mevcut. Hindistan gerçekten de bir dizi hak ve refah projesini yürürlüğe koydu. Kırsal kesimde her aileden en az bir kişiye yılda 100 gün iş garantisi veren 2005 tarihli Milli Kırsal İstihdam Garantisi Yasası, bu bölgelerde arzu edilen ücret artışlarını da sağladı (Eyaletler arasında farklılıklar olmasına rağmen, programa katılanların çoğu kadın.). Sağlık ve eğitim dahil olmak üzere, merkezi hükümetin sosyal sektör harcamaları da 2007’de bütçenin %13,4’üyken bugün %18,5’ine yükseldi. Ancak çeşitli verimsizlikler ve yolsuzluklar nedeniyle bu paranın büyük kısmı faydalanması hedeflenen kişilere hiçbir zaman ulaşmıyor. En gözde istihdam ve eğitim planlarının ise insanların uzun vadede ekonomiye dahil olabilmesi için ihtiyaç duyacağı becerileri kazandırıp kazandıramayacağını söylemek için henüz çok erken. Üstelik, bu girişimlerin çoğu, merkezi planlamanın, yani Yeni Delhi’nin, her programın tasarımına müdahale ettiği izlenimini veriyor. Eyaletler de haklı olarak, bu programları kendi seçmenlerinin özel gereksinimlerine hitap edecek şekilde değiştirme hakkından mahrum bırakıldıklarından yakınıyor.
Bazıları, Hindistan’daki toplumsal sözleşmenin tümden çöktüğünü söylüyor. Ülkenin doğusunda sürmekte olan Maoist ayaklanmaya, devletin Hindistan’ın çeşitli yerlerinde yaptığı toprak istimlaklerine karşı çiftçilerin protestolarına ve endişe veren çiftçi intiharı olaylarına işaret ediyorlar. Ancak duruma tarihsel bir perspektiften bakmakta yarar var. Pennsylvania Üniversitesi’ndeki Hint Çalışmaları Merkezi’nin direktörü Devesh Kapur’a göre Hindistan toplumundaki şiddet oranı 2002’deki seviyenin onda birine düştü ve son on yılda tüm siyasi şiddet biçimleri, biri –Maoist kaynaklı olanı- dışında belirgin şekilde geriledi. Bugün protestocuların çoğu, Hindistan’ın ekonomisi zarar gördüğünde kendilerinin de bir şeyler kaybedeceğinin farkında. Bu ayaklanmaların çoğu da ekonomik bir durgunluğun belirtisi olmaktan ziyade, Hindistan’ın yükselişinin yeni beklentiler yarattığını ve Yeni Delhi’nin bunları henüz karşılayamadığını gösteriyor.
DELHİ AÇMAZI
Öyleyse hükümet neden kamuoyunun umudunu gerçekleştiremedi? Birincisi, Hindistan’da siyaset derin biçimde bölündü -ki bu da uzlaşıyı zorlaştırıyor. Örneğin önemli bir vergi reformu olan entegre mal ve hizmetler vergisinin yürürlüğe konması, üç yıldır erteleniyor. Bu ulusal vergi, mevcut durum itibariyle eyalete bağlı karmaşık vergilendirme sistemlerinin yerini alabilir ve ekonomistler bunun hem büyümeyi hem de ticareti artıracağına inanıyorlar. Bir başka örnek ise Hindistan’ın perakende pazarını Walmart gibi yabancı mega-şirketlere açıp açmama konusundaki pazarlıklar. Singh hükümeti bunu yaparlarsa yılda üç milyondan fazla yeni iş yaratılacağını ve bunun küçük yerel işletmeleri olumsuz etkilemeyecek şekilde uygulamaya konabileceğini söylemişti. Ancak hükümet, sektörü açma planlarını 2011 sonlarında duyurmasının ardından, gerek muhalefetteki gerek Singh’in kendi partisi içindeki gerekse de sokaktaki protestolar nedeniyle hızla geri adım attı.
İkincisi, siyasetçilerin otoritesi önemli ölçüde erozyona uğradı. Kesinlikle, demokrasinin sürdürülmesi ve dışlanmış grupların siyasi erişimlerini iyileştirmek adına çok önemli adımlar attılar. Ancak, aynı zamanda, son derece verimsiz ve kendi çıkarlarını çok fazla gözeten bir tutum sergilediler. Halk, onların Hindistan ekonomisini ve refah sistemini kötü yönetmesinden bunaldı. Bununla birlikte 2010 ve 2011’deki bir dizi skandal –ki bunların arasında siyasi yandaşlara telekomünikasyon lisanslarının satılması, inşaat ihalelerinde rant anlaşmaları ve emlak geliştirme haklarının iddialara göre inanılmaz miktarlarda para karşılığında dağıtılması da mevcut- yargıdan orduya kadar pek çok kurumun dürüstlüğünü sorgulanır hale getirdi.
Siyasi irade, kendi başarısızlıklarını kabul edip değer sistemini yeniden tesis etmeye çabalamak yerine, sorumluluktan kaçıyor. Başta Singh, parti lideri Sonia Gandhi ve Sonia’nın oğlu ve siyasi varisi Rahul Gandhi olmak üzere; Hindistan Ulusal Kongresi’nin üst düzey yönetimi, parlamentoda ender konuşuyor ya da basın toplantısı düzenliyor. Konuştuklarında ise Hindistan’ın yönetişim sorunlarından şikayet ediyorlar; ama hükümetin merkezinde aslında kendilerinin bulunduğundan hiç söz etmiyorlar. Örneğin Sonia Gandhi, Kasım 2010’da Indira Gandhi Konferansı’nda yaptığı konuşmada, “rüşvet ve hırs”ın yükselişte olduğunu kabul etti ve Hindistan’ın “değerler evreninin daralmakta olduğundan” yakındı. Sesinin tonu, bu gelişmelerin bir başkasının sorunu olduğunu düşündüğünü gösteriyordu. Gerçekten de Kongre liderleri makamlarını birer iletim merkezi olarak kullanıyor, inisiyatif alıp sorunları çözmeye uğraşmaktansa; bunları başkalarına aktarmakla yetiniyor. Yarattıkları siyasal boşluk, kamuoyunun duyduğu güveni daha da zayıflatıyor.
Hükümetin bu işlevsizlik konusunda en sevdiği günah keçisi, koalisyon siyasetidir. Mart ayında Singh parlamentoya, “Almak zorunda olduğumuz güç kararlar, koalisyon hükümeti olduğumuz için daha da zor hale geliyor” demecinde bulundu. Devamında da bunun, “uzlaşıyı koruyarak politikaları şekillendirmek” anlamına geldiğini belirtti. Singh’in sözlerinde doğruluk payı var. Kongre Partisi kendi başına kanun geçirecek sayılara sahip değil. Koalisyon ortakları da ülkenin en yoksulları dışında herkes için teşviklerin kaldırılarak enerji fiyatlarının rasyonelleştirilmesi, emeklilik sisteminde değişiklikler yapılması ve ulusal bir terörle mücadele merkezi kurulması gibi önemli reformlara başından beri karşı çıkıyorlar. Bu değişikliklerin eyalet haklarını ihlal edeceğini savunuyorlar. Muhalefet partileri için geçerli olan, Kongre Partisi’nin koalisyon ortakları için de geçerli elbette: ikisi de, Kongre Partisi’nin yönetme konusunda yetersiz olduğunu gösterebilirse, halk desteği ve güç kazanıyor.
Yine de Hindistan daha önce de koalisyonlar tarafından yönetildi ve bunlar zor kanunları geçirme konusunda her zaman güçlük çekmedi. 2003 yılında, Hindu milliyetçisi Bharatiya Janata Partisi (BJP) tarafından yönetilen bir koalisyonun elinde bulunan parlamento, Mali Sorumluluk ve Bütçe Yönetimi Yasası’nı geçirdi. Bu yasanın temel amacı Hindistan’ın bütçe açığını yüzde üçe düşürmekti. Yasa tasarısının olumlu sonuçları olup olmadığı tartışılabilir; bazılarına göre sosyal sektör harcamalarındaki büyümeyi fazla yavaşlattı. Ancak genel olarak, bu yasa hükümetin ihtiyatlı bir mali yönetime ve daha da önemlisi yönetişime bağlılığını gösteriyordu. Hindistan siyasetinin aşırılıklarını yönetmekte özellikle başarısız olan Kongre Partisi, bu tip bir hamleyi henüz yapmış değil. Şu anki sorunun kökünde de bu yatıyor.
EN ZAYIF GALİP
Kongre Partisi aslında bir tür bilmece gibi. Hindistan’ın lider partisi ve parlamentonun doğrudan seçimle belirlenen alt meclisindeki 545 sandalyenin 400’ünden fazlasını seçimde kazanma olasılığı mevcut. Şu anda 206 sandalyeye sahip – ve başka hiçbir partinin bu kadar sandalyesi bulunmamakta. 1947 yılında bağımsızlığın ilan edilmesinden bu yana geçen 64 yılın 53’ünde Kongre Partisi iktidardaydı. Buna rağmen çok mühim bir konuda başarısız: eyalet politikaları. Hindistan’da hükümet çok daha yerel bir düzeyde kendini gösteriyor. Seçmenlerin çoğu, merkez hükümetin yetkilileriyle hiç karşılaşmıyor ve dolayısıyla siyasi partiler hakkındaki görüşlerini, bu partilerin eyaletlerdeki icraatlarını değerlendirerek oluşturuyor.
Ancak Kongre Partisi eyalet düzeyinde güçlü olan liderleri ender bulabiliyor. Tarih boyunca parti liderleri, bağımsız seçmen kitlesi olan politikacılara kuşkuyla yaklaştı. Bu yüzden de, Kongre Partisi, yerel liderlerin organik olarak ortaya çıkmasına izin vermek yerine bu kişileri genellikle uzaktan dayatmakta. Örneğin Uttarakhand’da düzenlenen son eyalet seçimlerinde Kongre Partisi, yerel meclis üyelerinin itirazına rağmen Vijay Bahuguna’yı eyalet başkanı olarak aday gösterdi. Gandhi’ye sadakatiyle tanınan Bahuguna daha önce başka bir eyaletin başkanıydı. Popülist eğilimleri sayesinde 2004’te Hindistan’ın en büyük eyaletlerinden Andhra Pradesh’in başkanı seçilen Y.S. Rajashekara Reddy gibi bunun istisnaları da oluyor. Reddy bu bölgede Kongre Partisi’nin kazanmasına katkıda bulundu ve görevde olduğu iki dönem boyunca yerel ihtilafları başarıyla yönetti. Ancak 2009’da öldüğünde Kongre Partisi’nin arkasında durabileceği hiçbir yerel politikacı yoktu.
Bu tür kendine has sorunların ötesinde, yerel liderlerin eksikliği, partinin tabandaki hareketlere ve taleplere yabancı kalması anlamına gelmekte. Örneğin Andra Pradesh’te bir bölge olan Telangana halkının eyalet olma yönündeki yoğun isteklerini hep önemsiz gördü, çünkü yerel liderin sesine kulak vermedi. Daha da kötüsü parti, bu bölgeden sekiz parlamenteri, yeni bir eyalet olmak için propaganda yaparak parlamento oturumlarını kesintiye uğratmaktan ötürü Nisan ayında görevden uzaklaştırdı. Yerel halkla güçlü bir bağı olmayan Kongre Partisi, politika seçimlerini sabırsız kamuoyuna açıklarken bir hayli zorlanıyor. Bütün bu yanlış adımlar sonucunda, Kongre Partisi giderek bölgesel bağlantıları daha güçlü partilerle karmaşık koalisyonlar yapmak zorunda kalıyor.
Kongre Partisi’ni demokratikleştirmek, partinin kendi sorunlarının yanı sıra Hindistan’ın sorunlarının da çözümünde rol oynayabilir. Kongre Partisi de dahil olmak üzere Hindistan’ın siyasi partilerinin çoğu, bazı seçkinler tarafından kontrol edilen, arkaik karar verme yapılarına sahip küçük gruplar şeklinde. Öncelikleri ise seçmenlerine değil, kendilerinin mevcut güç yapılarına hizmet etmek. Karar alma ya da parti politikalarının belirlenmesi konularında şeffaf süreçler mevcut değil, bu da parti liderlerini kontrol edecek hiçbir mekanizmanın olmadığı anlamına geliyor.
Kongre Partisi’nin şimdiki siyasi yüzü olan Rahul Gandhi, partiyi demokratikleştirme niyetinden sık sık söz ediyor. Bu süreci, 2007’de başkanı olduğu ve partinin gençlik kanadını oluşturan Hindistan Gençlik Kongresi’nde reform yaparak başlattı. O günden bu yana “iç demokrasi” adını verdiği hedefe ulaşmak için çalışmalarını sürdürdü, gruba herkesin üye olabilmesinin önünü açtı ve tarafsız gözlemciler nezdinde iç seçimler düzenledi. Bütün bunlar gayet iyi ve güzel gelişmelerdi; ancak partinin geri kalanına etkisi çok az oldu. Her şeyden önce, Gandhi ailesine sadakatin, liyakatten daha çok ödüllendirildiği Kongre Partisi üst yönetiminde, pek az değişiklik gerçekleşti.
Kongre Partisi içindeki demokrasi eksikliği, lider olacak kişinin yönetim felsefesi hakkında çok az şey biliniyor olmasından ötürü daha da sorunlu hale gelmekte. Örneğin, Rahul Ghandi’nin Bihar’daki konuşmalarından birinde bölgeden birinin verdiği tepkiyi ele alalım. Gandhi, en sevdiği konu olan, iki Hindistan’ın olduğu, bunlardan birinin parladığı, diğerininse giderek geride kaldığı teması hakkında konuşurken, gazetecilerden biri, dinleyiciler arasındaki bir çiftçiye tepkisini sordu. Çiftçi dedi ki, “50 yıldır bu ülkeyi onlar yönetiyorlar ve şimdi de kalkmış iki Hindistan’ın varlığından bahsediyorlar. Beş yıl daha verirsek gelip bize ‘üç Hindistan var’ der bunlar!” Gandhi ve partisi, onun bu hikayesindeki iki Hindistan’ın birbiriyle bağlantılı olmadığını varsayıyor belli ki. Oysa ekonomik büyüme devlete, eşitsizlikle mücadele etmek için gerekli kaynakları sağlamış durumda. Kamuoyunda huzursuzluğu yaratan, Yeni Delhi’nin mevcut kaynakları gerektiği gibi kullanmaktaki başarısızlığı. Gandhi ve Kongre Partisi sorunlara işaret ederek Hindistan’ı sıkıntılarından kurtaramaz; somut başarılar ortaya koymaları gerekiyor.
DEVRİM İSTİYORUZ MU DEDİNİZ?
Kongre Partisi’nin hakkını teslim etmek gerek: Hindistan siyasi kültür anlamında öyle kapsamlı bir reform döneminden geçiyor ki, hangi parti olsa bocalardı. Yakın zamana kadar Hindistan’ın politikacıları ve bürokratlarının hepsi, dört temel yönetim ilkesini benimsediler –dikey hesap verebilirlik, geniş takdir yetkisi, gizlilik ve merkeziyetçilik- bu ilkeler de temsil eden, ancak duyarlılıklara cevap verme konusunda yetersiz bir hükümet ortaya çıkarıyordu. Bugün bu ilkeler artık geçmişte kalmaya başladı.
Eskiden dikey hesap verebilirlik demek, devlette herhangi bir yetkilinin üstüne karşı sorumlu olması ama halka ya da diğer kurumsal aktörlere sorumlu olmaması anlamına geliyordu. Şimdiyse merkezde bir liderlik eksikliği mevcut olduğu için, Hindistan Anayasa Mahkemesi ve Sayıştay gibi devlet kurumları daha fazla yatay kontrol uygular oldu. Medya da eskiye kıyasla daha güçlü bir rol oynamaya başladı, çünkü televizyon kanallarının sayısı arttı. Hükümet yetkilileri artık yalnızca üstlerine hesap vermek zorundaymış gibi davranamaz hale geldiler.
Hiçbir hükümet, bazı ihtiyari yetkilere sahip olmadan iş göremez. Burada önemli olan, hükümetlerin ihtiyari olan bu yetki kullanımını, bu kararlardan etkilenecek seçmenlere nasıl açıkladığıdır. Hindistan’ın, kendi üstlerini memnun etmekten başka bir şey düşünmeyen yetkilileri, kamuoyuna herhangi bir şeyi açıklama gereğini nadiren duymuştur. Örneğin hükümetin, siyasi bağları olan şirketlere milyonlarca dolarlık GSM bandı satışıyla patlayan son skandalı ele alalım. Hintliler anlaşmanın hacmi nedeniyle yalnızca şoke olmadı; hükümetin, bu lisansları verirken ihale açmama kararını meşrulaştırmak için çaba bile harcamamış olması kamuoyunu çileden çıkarttı. Bu fiyaskonun ardından Yeni Delhi’nin üstünde, yaptıklarının nedenlerini kamuoyu önünde kayıt altına almak yönünde güçlü bir baskı oluştu.
Hindistan hükümeti gücünü yitirmemek için tarih boyunca gizliliği de kullanmıştır. Eskiden kamuoyu, hiçbir tür bilgiye kolay kolay erişemezdi: hükümet dosyaları, istatistikler, prosedür açıklamaları. Bu kapalılık, vatandaşların devletten hesap sormasını zorlaştırıyor ve devlet gücünün de temelini oluşturuyordu. Bu konuda köklü bir değişim yaşandı. Bugünkü hükümetin ilk döneminde kaydettiği tek ve en büyük başarısı, 2005 yılında Bilgi Edinme Hakkı Yasası’nı geçirmek oldu. Bu yasa vatandaşlara herhangi bir kamu yetkilisinden bilgi isteme hakkını verdi ve kuruma 30 gün içinde yanıt verme zorunluluğunu getirdi. Bu yasa, sosyal aktivist Aruna Roy’un çabasıyla oluştu ve partisindeki diğer politikacılar ile ters düşme uğruna Sonia Gandhi’nin tam desteğini aldı. Bugün sivil toplum grupları Yeni Delhi’yi ve yerel hükümetleri yolsuzluktan endüstriyel politikaların çevresel etkilerine kadar pek çok konuda sorgulayabiliyor. Hükümetten pek çok kişi ise, Yeni Delhi’nin felç olmasının ardındaki nedenin, her yeni politika ya da reformun her adımda ve her ortamda sorgulanması olduğunu iddia ediyor.
Son olarak, Hindistan’da güç bugün her zamankinden daha fazla merkezi olmayan bir yapıda. Yavaş yavaş yerel yönetimlere daha fazla işlev aktarılıyor. Örneğin Milli İstihdam Garantisi Yasası, hangi projelerin sürdürüleceğine karar verebilen ve işçilerin şantiyelere gerçekten gittiğini daha iyi kontrol edebilen köy meclisleri tarafından uygulanıyor. Ancak merkezi hükümetin, ülke için beş yıllık ekonomik planlar yapan Planlama Komisyonu’nun yıllık mali tahsisleri de dahil olmak üzere pek çok prosedürü, bu yeni gerçekliği hesaba katmadığından bu süreçte çatışma ve gerilim yaşanıyor.
Hindistan’ın geleneksel yönetişim kültürünün geçirdiği evrim henüz tamamlanmış değil. Bu uzun bir süredir devam eden bir süreç ve daha da devam edecek gibi görünüyor. Kongre Partisi’nde ya da BJP’de olsun, politikacılar arasında hiç kimse bunun nasıl işleyeceğini tam olarak çözebilmiş değil. Kongre Partisi yine köklü değişiklikler yapmak zorunda kalacak, önce performansa daha fazla önem verecek ve pek çok komite üyesini ve bakanı uzaklaştıracak. Parti, eğer isterse hızlı bir şekilde yön değiştirebilecek kadar merkezi bir yapıya sahip. İkinci olarak ise; partinin, başbakanlık makamının otoritesini yeniden oluşturması gerekmekte. Gerçek güç, şimdi Gandhi ailesinin elinde bulunmakta. Ama en azından kağıt üstünde Singh, yönetimdeki sorumluluğu üstlenmiş durumda. Başka bir deyişle ters giden bir şey olduğunda yanlış aktörden hesap soruluyor. Singh’in yetersiz olduğu söyleniyor; fakat gerçek güç sahipleri eskisi gibi devam edebiliyor.
Kongre Partisi’nin tesellisi, BJP’nin de kendi içinde makam devri ve organizasyon sorunlarıyla uğraşıyor olması. BJP’nin Karnataka ve Rajasthan’daki örgütleri, merkez yönetime karşı bayrak açmış durumda ve partiden ayrılmaları gayet mümkün gözüküyor. Ayrıca son dönemde parti tutarlı bir ideoloji de ortaya koyamıyor. Kongre Partisi’yle BJP arasındaki en yakın yüzleşme 2014 seçimleri olacak, buna da hala çok zaman var. Hindistan’ın köklü bir biçimde değiştiğini ve eski yönetişim biçimlerinin artık işe yaramayacağını anlayacak tarafın kazanma şansı ise daha fazla.
Hindistan’ın ekonomik geleceği, ülkenin siyasetine bağlı; bu da hem iyi hem kötü haber demektir. Hindistan’da siyasetin çoğu zaman gerilim ve verimsizliklerle sekteye uğrayacağı doğrudur. Ancak Hindistan’da politikacıların en kayda değer becerilerinden biri de kendilerini sil baştan yaratmalarıdır. Gerektiğinde çok hızlı biçimde yön değiştirebilir ve konsantre olmak için kriz iyi bir fırsat yaratabilirler. Hindistan’da ortaya çıkan girişimciliğin, sivil toplumun yükselen gücünün ve Hindistan’ın yoksul kesiminde daha iyi bir gelecek için duyulan umudun daha uzun bir süre engellenebileceğini düşünmek zor. Hindistan’daki politikacıların endişesi de kısmen, yeni bir şeylerin şekillenmekte olduğunu anlamalarından kaynaklanıyor.
|
Bu içeriğin telif hakkı Foreign Affairs’e aittir. Foreign Affairs, Global İlişkiler Forumuʼna (GIF) bu içeriği tercüme etme ve GIF internet sitesinde yayınlama hakkını vermiştir. Foreign Affairs ve GIF bağlı kurumlar değildir. Foreign Affairs, GIF sitesinde yayınlanan içerikten sorumlu değildir, ifade edilen fikirler ile ilgili bir pozisyon aldığı sonucu çıkarılamaz. Aynı şekilde, GIF Foreign Affairs sitesindeki içerikten sorumlu değildir. |