GİF olarak, İnternet Sitesi’nin sağlanması ve bilgi toplumu hizmetlerinin sunulması için zorunlu çerezler kullanmaktayız. GİF tarafından kullanılan çerezlerin türü ve kullanım amaçlarına ilişkin detaylı bilgiler için Çerez Aydınlatma Metni’ni inceleyebilirsiniz.
X

Düşündürenler

 

Küresel Sorumluluk Akademisi - Hakan Altınay

Giderek artan karşılıklı bağımlılıklarımızı doğru kullanabilmek için, gezegenimizi ve kaderimizi paylaştığımız ama vatandaşlığımızı paylaşmadığımız milyarlarca insanla ne tür bir yakınlık kuracağımıza karar vermemizde yardımcı olacak bir zihinsel harita gerekli. Bunun için de forumlara ihtiyacımız var.

 

Birbirimizle selamlaşmak gibi otomatik olarak, hiç düşünmeden yaptığımız pek az şey var. Yine de selamlaşma biçimimiz önemli ipuçları barındırıyor. Farklı inançların selamlaşma biçimleri arasında önemli bir ortak nokta var: İslam’da “Esselamün aleyküm”, Hristiyanlık’ta “Pax vobis” ve Musevilik’te “Shalom aleichem”in üçü de “Barış içinde geliyorum” anlamına geliyor. Nasıl selam verileceği ve selamın nasıl alınacağı o kadar önemli görülüyordu ki, kanonik metinlerde bunlara ait kurallara sıklıkla yer veriliyordu. İşin ilginci, askeri selam da silah taşınmadığını, dolayısıyla barış içinde gelindiğini gösterme geleneğine dayanıyor. Hindistan’da “Namaste,” “Sana büyük saygı duyuyorum” anlamına geliyor ve aynı sözcükle karşılanıyor. Güney Afrika’da “Sawubona”, “Seni görüyorum” anlamına geliyor. Bu ortak yönler önemli ve anlamlı. Anlaşılan insanlık, bir etkileşimi başlatmanın en iyi yolunun, bu etkileşime taraf olacak kişilerin karşısındakini tanıdığını, ona saygı duyduğunu ve bu karşılaşmadan bir zarar çıkmayacağını doğrulaması olduğuna karar vermiş. Bu da bir anlamda selamlaşmalarımızda gömülü olan Da Vinci kodu.


Bu kod, uzun vadeli baktığımızda daha anlamlı oluyor. Yabancıları her zaman böyle selamlamıyorduk. Jared Diamond, yakınlarda yayımlanan kitabı The World Till Yesterday’de (Düne Dek Dünya), kabileler halinde yaşayan atalarımızın dünyasını anlatıyor. Bu dünyada insanlar üçe ayrılıyor: dostlar, düşmanlar ve yabancılar. Dostlar ve düşmanlar nispeten kolay anlaşılsa da, yabancılara nasıl davranılması gerektiği kritik bir soru olarak ortaya çıkıyor. Diamond, yabancıların temelde düşman gibi muamele gördüğünü, çünkü bir yabancıyla karşılaşmanız için zararsız nedenler olmadığını ikna edici bir biçimde ortaya koyuyor.


Anlaşılıyor ki, yabancıların çoğunun düşman olduğunu varsaydığımız bir dünyayla başladık. Sonra, bütün yabancıların kötü niyetli olduğunu varsayamayacağımız daha karmaşık toplumsal ve coğrafi düzenlemelere doğru evrildik. Bu nedenle de zarar verme olasılığını ortadan kaldıracak, karşılaşmadaki bütün tarafların eşitliğini tanıyacak ve doğrulayacak gelenekler ve normatif sistemler geliştirmek zorunda kaldık. Böylece de selamlaşma ve bir etkileşimi başlatmaya dair çok sayıda seçeneği birbirine bağlayan kod ortaya çıktı.


Bu önemli, çünkü yeni bir çağın eşiğindeyiz. Son iki yüzyılı, yaşamımız üzerindeki denetimimizi artırmakla geçirdik. Demokrasi ve teknoloji sayesinde kendi kaderimizin üstündeki kontrolümüz gittikçe arttı. Ancak son yirmi yılda, bizi birbirimize doğru iten ve kaderlerimizi birleştiren merkezcil kuvvetlere maruz kaldık. Dünyanın bir köşesinde olanlar, diğer köşelerini de etkiliyor. CO2 salımları, finans mühendisliği, salgınlar, nükleer sızıntılar ve birkaç benzer dinamik, küresel ölçekte sonuçlara yol açıyor. Bu da yaşamlarımızın çizgisini artık tek başımıza değil, başkalarıyla birlikte belirlediğimiz anlamına geliyor. Giderek artan bu karşılıklı bağımlılığımızı doğru kullanabilmek için zihinsel bir harita gerekli. Gezegenimizi ve kaderimizi paylaştığımız ama vatandaşlığımızı paylaşmadığımız milyarlarca insanla ne tür bir yakınlık kuracağımıza karar vermemiz lazım.


Seçeneklerden biri, “Zarar verme.” ilkesiyle başlamak olabilir. Sonuçta bu ilke yüzyıllardır doktorlara kılavuzluk ediyor. Bir karşılaşmayı nasıl başlatacağımız konusunda öğrendiklerimizle de gayet uyumlu. Zarar vermemeye söz verirsek, kendi ülkelerimizi değilse de gezegeni paylaştığımız diğer insanların da aynı şeyi yapmasını bekleme hakkını kazanırız. Görünüşte basit olan bu ilke, karar verme yöntemimizi değiştirmemizi ve milyarlarca insanın refahını karar mekanizmamızın bir parçası haline getirmemizi gerektirecek. Her birimizin atacağı bu küçük adım, sonunda insanlık için dev bir adım haline gelebilir; karşılıklı bağımlılığın giderek arttığı dünyamız için vazgeçilmez bir unsur olan küresel sorumluluğa uzanan bir yol açabilir.


Ama küresel sorumluluğun ilk taslağından bile daha çok ihtiyacımız olan bir şey varsa, o da bu sorumluluğu tartışacağımız forumlar. Son on yılda sosyal bilimler alanında yapılan yeni ve heyecan verici çalışmalar, normların ve işbirliğinin nasıl ortaya çıktığını gösterdi. Örneğin Cristina Bicchieri, normları bir toplumun grameri olarak tanımlıyor; bir dilin grameri gibi, normlar çoğu zaman örtük ama aynı zamanda biçimlendirici de. Robert Axelrod ayrı bir bağlamda “merkezi bir otorite yokluğunda, egoistlerden oluşan bir dünyada işbirliğinin nasıl ortaya çıktığı”nı araştırmış; simülasyonlu birkaç deneyde, işbirliğiyle başlamanın ve ardından hem işbirliğine, hem de oyunbozanlığa mukabele etmenin, olağanüstü dayanıklı ve başarılı bir strateji olduğunu keşfetmişti. Bowles ve Gintis, “genel normlar oluşturma, toplumsal kurumlar kurma, kuralları ve içeriklerini anlatma, başkalarını kuralları çiğnediklerinde uyarma ve kuralları çiğneyenleri cezalandırmak için koalisyonlar organize etme” yeteneğimizin temelinde dil becerilerimizin olduğunu öne sürüyor. Bicchieri de iletişim vasıtasıyla normları ortaya çıkarma ve açıklığa kavuşturmanın çok sayıdaki farklı yolunu vurguluyor. Normları konuşarak ve tartışarak öğrenip çoğaltıyoruz.


Neyse ki artık genç insanların bu konuları tartışacağı ve küresel sorumluluğun kapsamını oluşturacağı bir agora kurma konusunda yeni bir girişim var. G24’ten Amar Bhattacharya, Avustralya Ulusal Üniversitesi’nden Gareth Evans, Oxford Üniversitesi’nden Mark Harrison, Johannesburg Üniversitesi’nden Thaddeus Metz, Dünya Bankası’ndan Branko Milanovic, New York Üniversitesi’nden Luis Moreno Ocampo, Institute for Advanced Studies’den Dani Rodrik, Singapur Ulusal Üniversitesi’nden Mohamed Razeen Sally, Potsdam Enstitüsü’nden Hans Joachim Schellnhuber, Fudan Üniversitesi’nden Dinghli Shen, ESADE’den Javier Solana ve MIT’den Ethan Zuckerman, yeni kurulan Küresel Sorumluluk Akademisi’nin (Global Civics Academy) eğitmenleri arasında. Bizi birbirimize iten şeyin tam olarak ne olduğu ve birbirimize bağımlı oluşumuzu nasıl yöneteceğimiz sorularını yanıtlamaya yardımcı oluyorlar. Öğrenciler dersleri kredili ya da kredisiz olarak alma seçeneklerine sahipler. Akademi, her yıl öğrencileri arasından küçük bir grubu araştırmacı olarak işe almayı planlıyor.


Ulus devletlerimizdeki yurttaşlık sorumluluğunun içeriği çeşitli değişiklikler geçirdi ancak hala nihai haline ulaşmış değil. Bir Afrika atasözüne göre, ağaç dikmek için en iyi zaman yirmi yıl önceydi; ikinci en iyi zaman ise bugün. Giderek artan karşılıklı bağımlılığımızı yönetmek için açıkça ifade edilmiş küresel sorumluluğa ve bunu ortaya çıkaracağı süreçlere uzunca bir süredir ihtiyacımız var. Gecikmiş olduğumuz bir gerçek, ama bu durum, hemen şimdi işe koyulma istencimizi gölgede bırakmamalı. Küresel Sorumluluk Akademisi bunu yapmak için bir forum sunuyor; buna başkaları da eklenmeli, eklenecek de. 

X